Akordu Bozuk Bir Seçim Yazısı

Ömrüm tarih okumakla geçtiği gibi, hasbelkader bir icracı olarak bu mesleği, az-çok, iyi-kötü yazarak yapmakla geçiyor. Tarih bana her şeyin, mucizelerle ya da gökten zembille inmediğini, dahası verili ve hazır olmadığını, daha öncenin gerçeklerinin farklı tezahürü sonucu yeni ortam ve imkânların ürünü olduğunu öğretti. O yüzden büyük mutasavvıf Mevlana’nın şu sözünü çok severim: “Dün dünde kaldı cancağızım/ Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…” Bu sözün devamında başka şeyler söylemeyi düşünüyordum ama tarihten başka bir ses çağırdı ki, bu yazıyı bambaşka bir yere götüreceğini bilerek onu da nakledeceğim. Bu sözün sahibi Tarihçi Mustafa Ali.

Tarihçi Mustafa Âli daha 1581 yılında yazdığı “Nasihat’s Selatin” isimli eserinde “Her vilayette kâmil isterler/Rum(Anadolu) mülkünde cahil isterler” (Mustafa Âli,1979: 89-90) sözleriyle, Osmanlı’da daha sonra çıkacak tüm krizlerin ve de yıkıma götürecek sorunların kökeninin nereden kaynaklandığını en veciz biçimde dile getirmiştir, anlayan ve düşünenler için. Rum (Anadolu) mülkündeki Müslüman Türk’tür cahil bırakılan; o cahil kaldığı için Osmanlı krizlere düşmüş ve bu krizlere yenilip tarihten çekilmiştir. O yüzden yeni bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti Türk adıyla kurulmuş; Rum(Anadolu) mülkünde cahil istememiş ve enerjisinin büyük kısmını cehaletin izalesi için harcamak zorunda kalmıştır. Hele bir Türkmen dörtlüğü Anadolu’nun Osmanlı’yı nasıl gördüğünü anlatır: “Şalvarı Şaltak Osmanlı/ Eyeri kaltak Osmanlı/ Ekende yok, biçende Yok/ Yemede ortak Osmanlı…” Hala Anadolu’nun cahil kalması isteniyorsa hainliğin veya ihanetin alasıyla karşı karşıyayız demektir. Hadi yakın dönemden bir alıntı yaparak bu paragrafı kapatalım. Rahmetli başbakanlardan Bülent Ecevit, “her şeyin en iyisini yalnızca aydınların bildiğini ileri sürmekten vazgeçip halkın da kendi çıkarlarının nerede olduğunu sezdiğini, şimdiye kadar halkın devrimcilere oy vermemesinin gericiliğinden değil, devrimcilerin kendisinden kopuk olduğunu görmesinden kaynaklandığının kabul edilmesi gerektiğini” söylemektedir(Eraslan, 2006:616-617).

Yukarıda yazıya dökülenlerin hepsi bu yazı için bir giriş olacaktı ama olmadı. Asıl bu yazının konusu yaklaşan yerel seçimler ve Demirci üzerine. Ömrünün 22(yazıyla da yirmi iki) yılını bir fiil Demirci’de geçirmiş; son otuz yılında da dâhil ve şahit olmuş biri olarak bir konuşma ve yazma hakkım olduğunu düşünüyorum. Derdim sadece aklını kullananlar ve düşünenler için bir ünlem veya soru işareti koymak; asla ve kat’a siyasete dâhil olmak değil. Köhne Bizans’ın kahpe güzeline âşık Kara Muratvari fetih rüyası da görmek değil derdim. Dağ başında unutulmuş bir kasaba görünümüne dönüşen bir ilçenin hazin halinden mutlu olanlara da değil sözüm. Yunus Emre’nin, “Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur” dizelerine takılıp başka âlemlere akanlara da değil sözüm. Derdi Demirci olanlara…

Ülke genelinde olduğu gibi, Demirci’de yavaş yavaş bir seçim atmosferine giriyor, girdi. Elbette ittifaklar, tek başına partili adaylar seyri endam etmeye başladı. Projeler, vaatler, söz vermeler, suçlamalar, eleştiriler vesaire dedikodu halinde gırla gidiyor. Şahsen hiçbir adayın seçim konuşmasını dinlemedim, merakta etmiyorum. Yaptıklarını delil gösterenlerle, yapacaklarının bulunmaz Hint kumaşı olduğunu söyleyenler arasında bir tercih yapacağız elbette, demokrasinin gereği. Araya bir parantez koyup bu ülkenin hasbelkader yetiştirdiği bir aydın olarak büyük bir laf edeyim. Günümüz demokrasisini tehdit eden en önemli post-politik perspektif, potansiyel antagonizmaların(muhalifler, karşı taraflar, ötekiler) ortadan kalktığı ve yeni bir döneme girdiğimiz iddiasını taşımasıdır. Neoliberal tosunların tarihin sonu jargonuna yaslanan ham hayallerinin saftirikliğini burada tartışacak değilim. Yine bu paragrafı, yüzyıllar öncesinden bir tespit yapan Makyevel’in, “Her kentte iki farklı arzu bulunur… Halk kendinden güçlü olanlardan emir almaktan ve onların baskılarına maruz kalmaktan nefret eder. Güçlü olanlar ise halka emretmekten ve baskı uygulamaktan hoşlanırlar” sözü ile kapatalım(Mouffe, 2018, 4.baskı: 13).

Genelde dışarıdan gelenlere söylenen, “havası güzel, suyu güzel, sakin bir yerdir Demirci” ve hele memur için ucuz olduğu söylemlerinden kendimizi sıyırıp şöyle bir baktığımızda Demirci’nin ileriye gittiğini söyleyecek bir babayiğit varsa beri gelsin. Ulaşım, sağlık, ticaret, ekonomi, sosyal hayat, iş olanakları vesaire bir dizi kronik sorunları olan ve bu sorunlar katmerleşerek büyüyen bir Demirci var karşımızda. Akil insanlarından siyaset yapıcılara ve yerel söz ve imkânı olanların duyarsızlaştığı bir zamanda yaşıyoruz ve kendimizin dışında herkesi suçlu ilan etmek kolaycılığındayız. Benim de bir sürü zihni sinir projem var Demirci için (belki başka bir yazıda paylaşırım) ama hiçbir proje gücün kendisinden küçük değil ve hep ucu Ankara’ya, külliyeye dayanıyor. Siz bir taşı kaldırmaya niyet etmez ve fiiliyata dökmezseniz kimse size yardım veya katkıda bulunmaz. Ayrıca yarına ertelenen hiçbir sorun da bugün çözülmez. Bu paragrafı da Selâhattin Eyyubi’nin bir sözüyle kapatayım: “Dostlarıyla uğraşanlar düşmanlarıyla savaşamazlar.”

Asıl meramımı anlatmadan bir üst akıl(!) olarak şöyle bir tespitte bulunayım. Önce Demirci’de yerel siyasete giren ve aday olanların hepsini kutlarım. Lakin icazetçi veya icazetsiz adaycılıktan, bir telefonla iş bitiricilikten, yaptık yapacağızdan, benim neyim eksikti de yeniden gösterilmedikcilikten, canım sıkıldı adayımcılıktan, oy vermezler ama parti istedikçilikten oluşan bir siyaset başlangıcının Demirci’ye ne kazandırır bilmem ama çok şey kaybettireceği açıktır. Bir de kuklacıların, menfaat rüşvetçilerin, adamcıların, fitçilerin nemelazımcıların vesairenin fink attığı ortamdan güzel şeyler çıkacağını sanmak da aptallık olur. Bize İstiklal Marşı gibi dev bir eser bırakan Mehmet Akif’in şu sözüyle bitirelim bu paragrafı, “Sahipsiz vatanın batması haktır; Sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır.”

Seçimler demokrasinin şölenleri, bayramlarıdır. Olmazsa olmazıdır seçimler demokrasinin. O asılan bayrakların, pankartların, afişlerin seçmen üzerinde bir etkisi var mı bilemem, çokta karşı değilim. Görüntü kirliliği, boşuna masraf, az asmışlar; bizim apartmana niye asılmamış, gerek yok, çok olmuş gibi dandik tartışmalardan sıyrılıp şunu söylemek isterim. Bu seçim bir fırsattır; partili-partisiz Demirci’ye iyi şeyler yapabilmenin tek yolu birlik-beraberliktir. İnce-kalın hesaplardan, birilerinden intikam almaktan sıyrılıp, velhasıl önyargısız-hesapsız Demirci’ye sahip çıkmaktır. Ortak akılla projeler üretip peşine düşmek; yapılacak yol bulmak kendi gücümüzü göstermek sonrasında Kabine toplantısına gündem, Fidan-Bilinken görüşmesine dahil etmek veya Birleşmiş Milletlere taşımak her ne yapılacaksa önce ortak karar verip Demirci’yi bu düşkünlüğünden kurtarmak, gelişen, ileriye giden, canlı-kanlı hale getirmek olmalıdır. Adayların hepsi muhakkak iyi insanlar, kendilerinde bu işi yapabilecek güç ve cesareti görenler ama bir olmaz-diri olmazsak her iş yarımdır. Beylik bir söz vardır bu paragrafı da onunla bitirelim: “Başka Demirci yok hanımlar, beyler!”

Söz çok amma bazı şeyleri gündem yapmaya dilim varmıyor, belki bir başka yazıda olur. Bu yazıyı okuyan-okumayan herkese Hayırlı Ramazanlar. Hoş geldin ya Şehri Ramazan! “Bildiklerini anlat, ama akıl vermeye kalkma. Anlatılanları iyi dinle, ama hepsini doğru sanma. Sessiz kalmak, bir şey bilmediğin anlamına gelmez, çok konuşmakta çok şey bildiğini göstermez. Herkesi kendine eşit gör, her kim olursa olsun bir insanı küçümsemek akılsızlık, çok büyük görmekte korkaklıktır. Cesaret akıldan gelirse cesarettir, bilgisizlikten gelirse cehalettir.” Mevlâna Celaleddin Rûmi

12 Mart 2024

Prof. Dr. Celal Metin

YORUM EKLE
YORUMLAR
Nurettin Gülmez
Nurettin Gülmez - 2 ay Önce

Biraz felsefe yapılmış ama güzel olmuş