Büyük Merhamet

Ağustos'du. Sıcağın bayılttığı pembe bir akşam denizine karşı oturuyordum. Ansızın Anadolu Kulübünün bahçesi karıştı. Önünü ilikleyerek koşanlardan, kadehini bırakıp ayağa kalkanlardan, pudrasını tazeleyen telaşlı kadınlardan anladım: Atatürk gelmişti. 
Kuytu bir köşedeydim; nefti yapraklarından acı bir koku tüten, eski, soylu bir ağacın altında.
Biraz sonra, zamanın Dahiliye Vekili, kırmızı toprak yolun ucunda göründü. Yaklaştıkça belirtisi artan bir gülümseyişle bana doğru geliyordu. Kendisine doğru yürüdüm:
-Reisicumhur hazretleri, refikanızla beraber yemeğe davet ediyorlar, dedi.
Sofra hatırımdadır: Hamdullah Suphi, Saffet Arıkan, Ahmet Ağaoğlu, Marif Vekili Necati, Mithat Cemal, İbrahim Alaaddin, Kılıç Ali...
Çiçeklerle süslü beyaz, uzun masanın son ucuna gitmiştim. Zarif bir ev sahibi dikkatiyle tam karşılarına çağırdılar. Oturduk. Bir saat çeşitli konuşmalarla geçti:
- Ruh nedir?...
Tariflerin hiç birini beğenmiyor, çok zeki, çok sevimli itirazlarla karşısındakileri şaşırtıyordu.
Bu bahis, yine kendisinin alicenap bir cümlesiyle kapandı:
- Arkadaşlar, selahiyetinize hürmet etmemek mümkün mü?... Benim itirazlarım, sizleri konuşturabilmek içindi...Teşekkürler ederim...
Sonra, bir kelimeden, bahis politikaya atladı. Sofra elektriklenmişti:
- Zalim!...
Bu kelime, Atatürk'ün dilindeki tatlı Rumeli şivesiyle sertleşiyordu. Yüzüne içimiz titreyerek bakıyorduk. Gözlerinin mavi bebekleri şimşek şimşekti.
- Ben, Mustafa Kemal, zalim!
Bunu, tanınmış bir Türk kadını, Amerika'da onun için söylemişti.
Kadehinden büyük bir yudum içti. Sofrada mezar taşları kadar dilsizdik. O konuştu:
- Ben hayatımda bir tavuk kesmedim. ... Kesemem... Elim varmaz buna!...
Yüzü, anlatılmaz bir ruh acısıyla çizgi çizgi yaralıydı. Nerdeyse, iki gözbebeği iki damla yaş olup yanaklarından akacak sanıyordum. 
Yumruğu, bileğinden kopmuş gibi, masaya düştü:
- Türkiye Cumhuriyeti bir ihtilalden doğdu, dedi, milli bir ihtilalden ... Siz, tarih içinde, ancak onbeş kurban vermiş ihtilal gördünüz mü?..
Sesini, tekrar kadehinden aldığı bir yudumla yumşattı:
- Eğer ben, on beş bedbahtın asılmasına göz yumdumsa, bu neyi anlatır, bilirmisiniz? Benim zalim olduğumu mu? Hayır... Tam aksine, ne kadar merhametli olduğumu!
Artık fırtınası yatışıyordu. Artık yüzüne bakabiliyorduk.
- Benim kalbim, dedi, asırlarca ezilmiş, asırlarca cefa çekmiş bu millete,  o kadar muhabbetle, o kadar şefkatle doludur ki, on beş kişiyi on beş milyon uğruna feda ettim!.. Yüreğimdeki büyük merhamet, küçük merhamete üstün geldi!
               **
Bu eski hatıra, Atatürk'ün altın devrini, İstiklal Mahkemelerinin kana buladığı bir cellatlar idaresi gibi suçlandıran maksatlı politika kımıldanışlarına karşı yazılmıştır. 28 Mayıs 955"
(Yusuf Ziya Ortaç, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa- Fıkralar, İstanbul: Yeni Matbaa, 1956, s.108).....Büyük Atatürk'ün ebediyete irtihalinin 85. Yılında rahmet ve minnetle!....

10 Kasım 2023
Prof. Dr. Celal Metin

YORUM EKLE