Dağ Saatleri / Arkeoloji ve Tarih

LYDLER ( LİDYALILAR )

Lydler (Lidyalılar)

Madem ki bu topraklarda yaşıyoruz; geçmişte burada yaşayan insanlar, toplumlar ve devletler hakkında bir şeyler bilmek bize çok şey kazandırır düşüncesinin yanlış olmaması gerekir. Hiçbir katkısı olmasa dahi üzerinde yaşanan yerlerin yalnızca doğal ve kültürel özelliklerini ve güzelliklerini bilmek yani bir şeylerin farkına varmaya başlamak o kutsal eşiği aşmanın ilk adımıdır diye düşünmek yanlış olmayacaktır.

Üzerinde yaşadığımız Manisa ilinin geçmişinde önemli izler bırakmış bir toplumdan bir devlet olan Lydia (Lidya); Manisa ve doğuya doğru uzanımı hattında bulunan Gördes ve Demirci dağ blokları güneyinde Salihli – Alaşehir Ovaları ve kuzeyinde yine bir çöküntü havzası olan Simav Ovası ile çevrelenir. İşte bu bölgede vaktiyle bir devlet kurmuş olan Lidyalılar hüküm sürmüş ve dünya tarihine geçmiş buluşuyla tarihteki ilginç yerini almıştır.

Hitit İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra Anadolu’da zaman içinde belirmeye başlayan devletlerden en batı uçta ve o dönemin Batı dünyası ile en yakın ilişkiler kurmuş olanı Lydler’di ve ülkelerine de Lydia (Lidya) denmekteydi. Bu halklar Batı Anadolu’da Gediz ve Küçük Menderes yörelerinde oturuyorlardı. Antik Çağ yazarları onları güney komşuları Karlar ile kuzey komşuları Mysler ve doğudaki Phrygler ile akraba gösterirler. Hint-Avrupa karakterli bir dilleri olan Lydler esasen Hitit-Luvi kökenli yerli halklardandı. M.Ö. 1200 yıllarından sonra Balkanlardan gelen bir kısım Trakyalı göçmenlerle karışıp kaynaştılar. Ancak M.Ö. 7. yüzyıl öncesindeki kültürleri konusunda yeterli bilgi yoktur. Ünlü ozan Homeros onlardan Maion, Tmolos ( Bozdağ) Dağı’nın eteğindeki kentlerinden de Hyde olarak söz etmekte, Lydia adını hiç anmamaktadır.

Çivi yazılı Hitit belgelerine göre M.Ö. 2. binyılda burası Şeha (Gediz) Irmağı Ülkesi adıyla anılan küçük bir yerel krallığın merkeziydi ve Madduvattas gibi beylerce yönetiliyordu. Klasik batı kaynaklarına göre Aryad, daha sonra da Heraklid /Tylonid adlı iki kral sülalesinin egemenliği altında bulunan Lydler pastoral (kırsal) bir düzende yaşamış olmalıdır. M.Ö. 7. Yüzyılın başlarına doğru; yani Hititler ile Mısırlılar arasında bugünkü Suriye topraklarında meydana gelen Kadeş Savaşı’ndan tam beş yüz yıl sonra, Mermnad denilen yeni bir sülalenin yönetimine girdiler. Bu sülalenin yüz kırk bir yıl kadar süren yönetiminde yalnızca Anadolu’nun değil, aynı zamanda Yakındoğu’nun önde gelen devletleri arasına da girme başarısını gösterdiler.

Mermnad sülalesinin ve tüm Lydia’nın birdenbire parlamasının en büyük nedeni altın madenleridir. Bölgede daha önce hiç tanınmayan bu soylu maddenin M.Ö. 7. Yüzyılın başlarından itibaren başkent Sardeis’te işletilmeye başlanması Lydler’i birdenbire zenginleştirmiş ve güçlendirmişti.

Konuya tekrar bir genel bakış açısıyla baktığımızda; Anadolu’da işte bu Lyd kökenli ve Lydce konuşan yoğun nüfusun yaşadığı bu bölgeye Lydia denilmekteydi. Bu ad coğrafi bir deyim olarak en azından M.Ö. 7. Yüzyılın ortalarından Bizans Dönemi içlerine değin kullanılmıştır. Bölgenin Gediz vadisindeki kuzey bölümü Maionia, Küçük Menderes vadisindeki güney bölümü de Asia adıyla anılmaktaydı. Klasik Lydia bölgesi kuzeyde Kaikos (Bakırçay) Irmağı ve Temnos (Demirci) dağı ile sınırlanıyordu. Kuzeyinde bugünkü Manisa ilinin Kula ve Selendi, Kütahya’nın Gediz ilçelerine doğru uzanan, Amasyalı coğrafyacı Strabon’un adlandırmasıyla volkanik Katakekaumene ( Yanık Ülke) ile Maionia yöreleri bulunmaktaydı. Güneyde sınırı Messogis (Aydın) Dağları belirlemekteydi. Doğuda Sindros (Banaz) Çayı, batıda da Aspordene (Yunt) ve Sardene (Dumanlı) Dağları ile sınırlanmaktaydı.

En önemli kenti, Gediz Irmağı vadisindeki büyük kültür ve ticaret merkezi durumundaki Sardeis (Salihli-Sart) idi. Kuzey uçtaki Thyateira (Akhisar-Tepe Mezarlığı) ve Gordos (Gördes), batı sınırda Sipylos (Sipil) Dağı eteğindeki Magnesia (Manisa), güneyde Küçük Menderes vadisindeki yün boyacılığıyla ünlü Hypaipa (Ödemiş-Günlüce) ve doğuda da Philadelphia (Alaşehir) diğer kent ve kasabalarından bazılarıydı.

Doğal kaynaklar yönünden oldukça zengin olan Lydia’da milattan önceki yıllarda Orta ve Güney Anadolu’dan gelip Ege kıyılarına ulaşan tarihi ticaret yollarının üzerinde bulunmasının avantajını bir de yukarda sözü edilen altın madeni işletmeciliği ile pekiştiren Lydia haklı olarak çok gelişmiş bir ticaret potansiyeline de sahip olmuştu.

Mermnad sülalesinin sülalesinin ilk kralı Gyges (M.Ö.687-6435) M.Ö. 667-66 yıllarında Asur kralı Assurbanipal (M.Ö.668-6627) ile diplomatik ilişkiler kurarak,        Phyrigler’den sonra Lydler üzerine yönelen Kimmer tehlikesini savuşturmaya çalışan Gyges bir yandan da batı ve kuzeybatı Anadolu’da genişlemeye çabalamış, etki alanını Troas bölgesi ile Manyas Gölü civarına dek genişletmişti. Uzun mızraklı süvarilerden düzenli bir ordu kuran Gyges, bu sırada keşfedilip işletilmeye girişilen altın madenlerinin verdiği büyük güçle siyaset sahnesinde parlamaya başladı. M.Ö. 665 yıllarında ülkesinin çok uzağında Mısır’a ücretli asker gönderecek kadar büyük bir güç sağlamıştı. Asur İmparatorluğu’nun boyunduruğundan kurtulmaya gayret eden Mısırlı Psammetikhos’a gönderilen İonialı ve Karialı ücretli askerler ücretlerini olasılıkla altın olarak almaktaydı. Bütün bu çok yönlü siyasal girişimlerine, ekonomik gücüne karşın Gyges ülkesine doğudan yapılan Kimmer saldırısına engel olamadı, M.Ö. 645 yılında onlarla yaptığı bir savaşta, savaş alanında öldü. Ölen kralın adı aynı zamanda bugünkü Gölmarmara’daki göle de konulmuştu ve o dönemde Gyges Gölü olarak tanınıyordu. Bu sırada Kimmer ordularının başında Lygdamis/Dugdammi adında bir savaşçı lider bulunmaktaydı.

Gyges’ten sonra Lydia tahtına oğlu Ardys geçti. Bu sırada lider Lygdamis/Dugdammi ölmüştü (M.Ö.641). Buna karşın Kimmer göçebeleri, Ardys’in yedinci saltanat yılında (M.Ö.639) kuzeybatı kökenli göçebe Trerler ile birleşerek Lydia başkentini yağmaladılar. Sitadelin kuzey ve batı eteklerine yayılmış olan aşağı kent yakılıp yıkıldı. Bu büyük yıkıma karşın Lydia kral sülalesi yaşamını sürdürdü. Ardys’i Sadyattes ve Alyattes (M.Ö. 611-561) adlı krallar izledi. Mermnad sülalesinin yetenekli hükümdarlarından biri olan Alyattes döneminde Batı Anadolu ve özellikle Edremit yöresini yurt edinmeye başlamış olan Kimmerler’e karşı büyük bir temizlik harekatına girişildi ve atlı göçebeler Kızılırmak’ın doğusuna sürüldü. Böylelikle hemen hemen yüz yıldır Anadolu’da büyük sıkıntılara yol açan göçebe tehdidine son verildi. Lydia Krallığı’nın sınırları Kızılırmak kıyılarına kadar genişledi. Phryg başkenti Gordion ele geçirildi ve buraya bir garnizon yerleştirildi. Batı kıyıdaki İon kent devletlerine karşı kimi başarılar sağlandı. Miletos(Balat) ile yapılan saldırmazlık antlaşmasını M.Ö. 600 yıllarına doğru Smyrna’nın (Eski İzmir, Bayraklı Höyüğü) yıkımı izledi. Lydia Krallığı’nın gücü doruğa yükselmişti.

Bu sırada İran’da yönetim, başkenti Orta İran’da Ekbetana’da (Hemadan) bulunan Medler’in eline geçmişti. Medler Kırım yöresinden gelmiş bir kısım İskitler ve Babilliler ile birleşerek M.Ö. 612 yılında bin yıllık Asur İmparatorluğu’na son verdiler. Bu arada Urartu Devleti de tarih sahnesinden çekilmişti. Böylelikle Ön Asya dünyasınd Babil’in yanında Med Devleti de yeni bir siyasi güç olarak ortaya çıkmış ve Anadolu’da Kızılırmak’a kadar tüm Doğu ve Orta Anadolu’nun egemen gücü haline gelmişti ve Med tahtında bu sırada kral olarak Kyaksares (M.Ö. 625-585) bulunmaktaydı.

Doğudaki bu önemli gelişmeler sırasında Lydia tahtına Alyattes’in oğlu Kroisos (M.Ö. 560-547) geçmişti. Mermnad sülalesinin bu sonuncu hükümdarı, ülkesindeki zengin altın madenlerinden kaynaklanan zenginliği ve cömertliğiyle büyük bir ün kazanmıştı. Ancak bu zamanda Persler’in yükselişi Ön Asya dünyasının siyasi dengesini bozarak bir takım bunalımlara ve karışıklıklara yol açmış ve sonuçta Lydler ile Persler karşı karşıya kalmıştı. Yaz aylarında üç ay kadar süren bir savaştan sonra Kroisos, eski çağların bir savaş töresi gereğince, kışı geçirmek üzere ordusuyla başkenti Sareis’e döndü ve ücretli ordusunu gelecek yıl yeniden toplanmak üzere terhis etti. Ancak Pers kralı Kyros onu gizlice izledi ve Lydia başkenti Sardeis yakınlarına kadar geldi. Lydialı süvariler Sardeis’in doğusundaki ovada Persler’i durdurmaya çalışsalar da başarılı olamadılar ve sonuçta Pers ordusu başkentin surlarına dayandı. Sonuçta on dört günlük bir kuşatmanın sonunda kent ele geçirilerek M.Ö. 547 yılı sonbaharında Lydia Devleti’ne son verildi.

Merkezi karakterli bir yapıya sahip olan Lydia Krallığı belli bir sülaleye bağlı olarak babadan oğula geçen bir yönetim yapısına sahipti. Lydler süvarilikleriyle ünlüydüler ve bu konuda tarihçi Herodotos onları Asya’da yiğitlikte kimsenin bileğini bükemeyeceği savaşçılar olarak tanımlar. Süvariliğin gelişmesinde bölgede yetiştirilen soylu atlar ile uçsuz bucaksız otlaklar olumlu rol oynamıştı. Çok zengin tüccarları bulunan ülke ticarette ileri gitmişti. Yönetim olarak ülke eyaletlere ayrılmıştı ve valilerce yönetiliyordu. Buralara bazen veliahtlar da yönetici olarak gönderiliyordu.

Dil ve Yazı

Yazılı Lydce belgeler gerek sayıca ve gerekse konu bakımından son derece sınırlıdır. Mezar taşı ve adak yazıları ile çanak çömlekler üzerine kazınmış grafiti tarzında olan bu yazıtların sayısı 110 kadardır. Bunların çoğu da M.Ö. 4. yüzyılın sonu ya da 3. yüzyıla aittir. Lydia dili Hint-Avrupa kökenlidir. Alfabeleri 26 harflidir ve bunların bir bölümü Yunanca ce Frigce’dekilere benzer.  benzer. Bu benzerlik her üç alfabenin de Fenike’den alınmış olması nedeniyledir.

Din

Lydler çok tanrılı bir dine sahipti. Frigler’deki gibi burada da dinin önde gelen öğesi Kuvava adıyla anılan Kybele yani Büyük Ana idi. Bu eski ve köklü Anadolu tanrıçasına Lydia ülkesinde en azındanM.Ö. 2.binyılın ikinci yarısından beri tapınılmaktaydı. Manisa yakınlarındaki Spylos (Spil) Dağı’nın kuzey etekleri üzerine oyulmuş oturan ana tanrıça kabartması bunun en iyi kanıtıdır. Tanrıçanın Sardeis’te M.Ö. 6. Yüzyılın ortalarında büyük bir tapınağı bulunmaktaydı. Henüz yeri saptanamayan bu tapınak, Sardeis’te ele geçirilmiş mermer bir sunak üzerine işlenmiş kabartmasından tanınır. M.Ö. 550 yıllarına tarihlenen bu sunak üzerindeki kabartmalarda ana tanrıça İon düzeninde bir tapınağın önünde ayakta durmaktadır.

Lydia kralları aynı zamanda eski Yunan tanrılarına da büyük ilgi duyuyorlardı. Krallar Delphoi ve Didyma’daki Apollon tapınakları ile Ephesos Artemisi’ni zengin armağanlara boğuyorlardı. Gerçekten de Sardeis’te kutsanan ünlü tanrıçalardan biri Artemi(Artemis Sardiene) idi. Lydlerce Artimu olarak adlandırılan tanrıçanın kentte büyük bir sunağı bulunuyordu. Bu iki tanrıçanın yanında, bazen Lydialı olduğu söylenen Bakkhos yani Dionysos’un da önemli bir yeri vardı. Hatta bu tanrı üçlüsünün Lydia halkının dinsel inanışlarını yönettikleri söylenebilir. Ayrıca Levs (Zeus), Santas, Lametrus(Demeter?) ve Marvida gibi tanrı ve tanrıçalara tapınılmaktaydı.

Sosyal Durum

Lydler daha çok pastoral (kırsal) karakterli bir halktı. Bu yüzden ülkelerinde kentlileşme fazla gelişmemişti. Ancak aynı zamanda başkentleri olan Sardeis, yalnızca Lydia’nın değil aynı zamanda tüm Anadolu’nun en işlek ve canlı metropollerinden biriydi. Manisa’nın Salihli ilçesi yakınlarındaki bu kent bereketli Gediz Ovası’nda ve Bozdağ’ın (Tmolos) kuzey yamaçları üzerinde yer alıyordu. Yalçın bir kayalık üzerindeki sitadel (savunma amaçlı surlarla çevrili) Midas’ın Gordion’undan (Polatlı/ Ankara yakınları) farklı zaptedilmez bir şato görünümündedir. Burası aynı zamanda Ege kıyılarından İç Anadolu’ya doğru uzanan stratejik bir yolun üzerinde kurulmuştu ve transit ticaret açısından büyük önem taşıyordu. Kent ve çevresi tarih öncesi çağlardan beri yerleşmelere sahne olmaktaydı. Bu nedenlerle Sardeis M.Ö. 7.yüzyıldan başlayarak uluslararası bir metropol görünümü kazanmıştı.

Günümüze yeterli kalıntısı gelmemekle birlikte 300m. Yüksekliğindeki sitadel surlarla çevriliydi ve içinde görkemli bir krallık sarayı ile öteki resmi binalar bulunuyordu.

Aşağı kent sitadelin batı ve kuzey etekleri üzerindeki geniş alana kurulmuştur. Burası önceleri sursuzdu. Bu yüzden de M.Ö. 7.yüzyılın ikinci yarısı içinde Kimmerlerin yağmalarına sahne olmuş, büyük acılar çekmişti. M.Ö. 7.yüzyılın ikinci yarısı içinde 20 m. kalınlığında ve yüksekliği hala 10m.yi aşan bir surla çevriliydi.

Sardeis aşağı kentinde ekonomik etkinlikler daha çok batı yakada, Paktolos(Sart) Çayı yöresinde toplanmıştır. Altın arıtma atölyeleri, mücevherci dükkanları ve pazaryeri hep bu taraftadır. Buna karşılık doğu surlarının önünde cam boncuk üreten dükkanlar da bulunmaktaydı. Lydler evlerini genel olarak kerpiç ve taştan yapmaktaydılar. Basit konutlar oldukça yoksul ve sade görünümlüdür. Taş temel üzerine yükselen kerpiç duvarları sazdan bir damla örtülüydü.Hiç ahşap kullanılmamış olan duvarların kalınlıkları 0.9m.yi aşmaz. Evler çok basit tipte, tek hücreli ve dikdörtgen planlı olarak inşa edilmişlerdi. Boyutları 8x3.2m. civarındadır. İç bölünme ev halkının gereksinimine göre ayarlanmıştır; arada belirgin bir bölme duvarı da yoktur. Bölümler ya inceahşaptan duvarlarla ya da tavan kirişlerine asılan halı ya da kilim dokumalarla oluşturulmuştu. Uzun duvar üzerine açılmış bir kapıyla girilebilen evlerin tabanı topraktır. İçerde kiler bölümü ile ocak ve fırına yer verilmiştir.

Paktolos’un Altını

Eski çağlarda Lydia denilince akla ilk gelen şey altın ve zenginlikti. Çünkü bu bölgede altın madenleri vardı. Bölgenin bu büyük potansiyeli ise ancak M.Ö.7.yüzyılın başlarına doğru anlaşılabilmişti. Altın Sardeis kentinin içinden akıp Gediz Irmağı’na karışan küçük Paktolos (Sart) Çayı’nın alüvyonlarından sağlanıyordu. Efsanelere göre Paktolos Çayı bu özelliğini, dokunduğu her şey altın olan Phyrg kralı Midas’tan almıştı. Tanrıların lütfu olarak bu özelliğe kavuşan Midas sonuçta elini attığı ekmeğin bile altına dönüştüğünü görünce, açlıktan ölmemek için tanrılara yakarır. Bu özellikten kurtulmak ister. Midas’a Sardeis’teki Paktolos Çayı’na gidip bu suyun kaynağında yıkanmasıyla bu dileğinin gerçekleşeceği söylenir. Midas bu söylenenlere aynen uyarak altından arınır ve bu özelliği Paktolos’a geçer. İşte efsanelerin ardındaki gerçekten yola çıkarak Paktolos Çayı’ndan sağlanan bu zenginlikle dillere destan olan bir medeniyet tarih sahnesinde yerini almıştır.

1nci yüzyılda tamamen tükenmiş olan bu alüvyonal altın Lydlerce önce cevher olarak elde ediliyor, sonra da atölyelerde arıtma işlemlerinden geçiriliyordu. Sardeis kazılarında bunlardan biri tümüyle ortaya çıkarıldı. Atölyeler aşağı kentin batı sınırında Paktolos Çayı’nın batı kıyısı üzerinde kurulmuştu. Burada 15-20 cm. çapında, içi kil ve kemik külü ile sıvalı 200-300 adet kupelasyon ocağı ile üfleçler ve körük ağızlıkları saptanmıştır. Pota yerine geçen bu ocaklarda cevherin içindeki yabancı alaşımlar çanaklama yöntemiyle kurşunla eritilerek arıtılmakta, böylelikle elektron denen beyaz altın elde edilmekteydi. Ancak altın ve gümüşün kolaylıkla belirlenebilen saflık derecesine karşılık elektronda bu işlem güçlükler çıkarıyordu. Sorunun çözümü Kroisos döneminde bulundu. Levha haline getirilmiş elektronun üzeri tuğla tozu ve tuzdan oluşan bir karışım ile örtülerek ısıtıldıktan sonra uzunca bir süre kor halinde bekletiliyordu. Bu işlem sonucunda gümüş tuzla birleşmekte ve altından ayrılmaktaydı.

Paktolos Çayı kıyısındaki altın arıtma atölyelerinin çevresi taştan duvarlarla çevriliydi. Bunlardan birinin ortasında bir sunak vardı ve dört bir yanında oturmuş aslan heykellerinin yer aldığı bu sunak büyük olasılıkla Ana Tanrıça Kuvava yani Kybele’ye aitti. Çünkü Kybele özellikle Anadolu’nun batı kesiminde aslanlarla birlikte gösterilen bir tanrıçadır. M.Ö.6.yüzyıla ait bu sunak olasılıkla altın işçilerinin de tanrıçanın gözetiminde bulundukları inancının bir kanıtıdır. Diğer yandan da aslan  Lydia kral hanedanının bir simgesidir. Böylelikle bundan altın işleme atölyelerinin kraliyet ailesinin denetiminde olduğu sonucu çıkarılabilir.  Altın ve gümüşün bolca kullanılmasıyla ilişkili olarak gelişen dallardan biri de kuyumculuk olan Lydia’da kuyumcuların başarısı öncelikle Lydialı kralların kutsal alanlara yani tapınaklara gönderdikleri altın ve gümüşten armağanları anlatan ünlü tarihçi Herodot’un satırlarında karşımıza çıkmaktadır. Ancak ne yazık ki bunlar günümüze kadar ulaşamamışlardır. Ayrıca Sardeisli kuyumcuların başarısı mezarlara bırakılmış armağanlardan da izlenebilmektedir. Bunlar arasında ölü giysilerini süsleyen baskı kabartma bezekli küçük levhalar, rozetler, düğmeler ve altın şeritler önemli yer tutarlar. Lydia (Lidya) halkı süs eşyası olarak küpeye çok düşkündü. Bu düşkünlük özellikle süvariler arasında da çok yaygındı. Bu yüzden Sardeis kazılarında 50 altın küpe ile küpe dökümünde kullanılan taş kalıplar bulunmuştur. Bu gibi örnekler Lydler’in altın işçiliğinde çok yüksek bir beceriye sahip olduklarını ortaya koymaktadır. Kuyumculuğun yanı sıra M.Ö.6.yüzyılın ilk yarısı içinde cam boncuk ve dağ kristalinden ziynet eşyaları üreten yerli atölyeler de sanata katkıda bulunuyorlardı.

Lydler’de (Lidyalılar) dokumacılık da çok gelişmişti. Burası yün boyacılığının merkezlerinden biri olarak kabul ediliyordu. En sevilen renk erguvan rengiydi. (Bizans imparatorlarının kıyafet renginin erguvan olması da ilginç bir rastlantı olarak karşımıza çıkıyor.) Başkent Sardeis (Sart) önemli bir tekstil sanayii merkeziydi. Burada dokunan göz kamaştırıcı renklerdeki halılar Pers krallarının saraylarını süslemekteydi. Bunun yanında altın sim işlemeli kumaşlar ve ten renginde transparan (şeffaf) ketenler eski dünyanın tanınmış ürünleri arasındaydı. Sardeis’teki kazılarda bulunan çok sayıdaki dokuma tezgahı ağırlıkları (ağırşaklar) bu daldaki etkinliğin kanıtları olarak karşımıza çıkmaktadır.

Lydia çok erken dönemlerden başlayarak batıdaki İonialı komşularıyla sıkı ilişkiler kurmuştu. Bu ilişkiler çömlekçilikte de izlenebilmektedir. Yunanlıların doğu kültüründeki motiflerden esinlenerek geliştirdikleri “Orientalizan” denen yeni biçem Lydia’da da benimsenmişti. Bu tarz bezemede kapların yüzeyi genellikle açık renk astar üzerine kırmızımsı bir boya ile yapılmış otlayan yaban keçileriyle süsleniyor, aslan, yaban domuzu, sfenks ve kuşlar da diğer motifleri oluşturuyordu. M.Ö.6.yüzyıla gelindiğinde Lydialı çömlekçiler daha da bağımsız çalışmaya ve kendi stillerini geliştirmeye başladılar. Yunan etkisi ve beğenisinden bağımsız eserler ortaya koyan bu ustalar tümüyle kendilerine özgü bezeme ve kaplar yaratma yolunu tuttular. Örneğin ördek ve kayık biçimli kaplar bu yeni çalışmaların ürünleridir. Bu sanat dalının Lydia’ya özgü biçimi bölgenin ünlü krem ve bakkaris adlı parfümlerini dünyaya yayma amacıyla yapılmış olan ”lydion” denilen vazocuklardır. Konik bir altlık üzerinde yükselen, bazen yatay oluklarla süslenmiş bu türde vazocuklar eski dünyanın bir çok yerine ulaşmıştır. Bu yüzyılda çanak çömleklerin boyanmasında Lydia özellikleri egemen olmuştur. Sarı, beyaz ya da turuncumsu astar üzerine fırça oyunlarıyla damarlı mermer görünümü uyandıran dalgalı kuşaklar ya da yine aynı teknikle buklemsi motifler yapılmaya başlanmıştır. Ancak bütün bunlar hiçbir zaman halka mal olmamış bu tür bezemeli kaplar ve lydionlar fazla uzun ömürlü olmamış M.Ö. 500 yıllarında yani krallığın çökmesinden sonra kullanılmaz duruma düşmüştür. Kendine özgü gelişmeler gösterse de Lydia çömlekçiliği komşu Phryg (Frig) ve Doğu Yunan çömlekçilğine kıyasla sönük bir durumda kaldığı ayrıca bir tarihi gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ölü Gömme Gelenekleri

Lydler Anadolu’ya Phrygler’ce (Frigler) tanıtılmış olan Tümülüs ölü gömme geleneğini benimsemiş görünmekle birlikte, olasılıkla Mısır etkileri sonucunda farklı uygulamalara da gitmişlerdir. Mezar odalarını ahşap yerine taştan ve düz damlı olarak inşa etmişlerdir. Mezar odasının önüne bir giriş ve kapı eklemişler ve yığılan toprağın yanlara doğru kaymaması için tepenin çevresine krepis denilen taştan bir duvar örmüşlerdir. Kimi küçük Tümülüslerde, mezar odası yerine taş sandık türü küçük bir tekne oluşturulmuş ve ceset buraya demir çivilerle süslü ahşap bir sandukaya konularak yerleştirilmiş kimilerinde ise ceset doğrudan doğruya toprak bir çukura yatırılmıştır. Bugünkü Gölmarmara’da bulunan Bin Tepe Nekropolü’ndeki tümülüslerin altındaki blok taşlarla örülü mezar odalarında yatan krallar ve ailelerine ait olan mezarlar dışında, Sardeis’te yaşayan halk Sart Çayı vadisinin özellikle batı yakasındaki yamaçlarda, çoğunlukla yumuşak kayalara oyulmuş küçük mezar odalarına ya da basit çukurlara gömülmüşlerdir. M.Ö.7.yüzyıldan itibaren yapılmaya başlanan bu türde mezarlara daima bir dromos (dar ve uzun geçit, koridor) ile girilmektedir. Kimi mezar odalarının girişleri basamaklar ve kabartmalı steller (yazıtlar) ile belirtilmiştir. Bunun üzerine küçük bir tümülüs olacak biçimde toprak yığılmıştır.

Para

Lydia’nın Anadolu’daki uygarlık mozaiğine katkısı daha çok ekonomi dalında olmuştur. Bu halkın insanlık tarihine ve kültürüne verdiği armağanların en ünlüsü çağdaş ekonomilerin temelini oluşturur. Dünya tarihinde ilk defa altın ve gümüş gibi iki farklı metalden para basan kral Kroisos’tur ve bu paraların ön yüzü üzerinde sırt sırta vermiş ve yalnızca ön bölümleri olan bir boğa ile aslan betimlenmiştir. Daha sonra Batı Anadolu’da bulunan ve Lidya ile ticari ilişkileri olan Khios, Kyzikos,Ephesos, Miletos gibi kentler de sikke yani metal para basmaya başlamışlardır. Böylece Lydia (Lidya) Krallığı para sistemini icat etmekle insanoğlunun iktisadi dünyasında büyük bir aşama kaydettirerek önemli bir katkı sağlamışlardır.

Sonuç

Üzerinde yaşadığımız ve bugün vatan bellediğimiz bu topraklardaki tarihi ve kültürel mirasın değerinin daima farkında olacak şekilde bir yaşam tarzı sürdürmek ve buna her yönüyle sahip çıkarak üst düzeyde bilincinde olmak; bizi hoyratça davranış ve düşüncelerden daima uzak tutacak, gelecek nesillerden ödünç aldığımız sistemi dikkatle ileriye taşıyacaktır.

Yararlanılan Kaynaklar

Herodot Tarihi

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve  Ön Asya Arkeolojisi Bölümü ders notları

05 Şubat 2024

Zafer Dilşeker

YORUM EKLE