“Yine hazan mevsimi geldi, yine yapraklar rüzgarların peşi sıra gidecek, yine deli gönlüm, yine bu mevsimde, hicranını yalnız çekecek” diye bir şarkı vardır ya hani, “tam yerine denk geldi” misali az önce şahit olduğum olayın ardından radyoda bu şarkı çalmaya başladı.
Demirci’de olağan bir Cumartesi günü. Yaşı 80’in üstü, hayatın bütün derin izleri, yaşadığı ve yarım asrı ve bir çeyreği de tamamladığının nişanesi gibi yüzündeki çizgiler.
Ağır adımlarla gelip, esnafa yöneliyor “beni pazarcı arabalarıyla Akıncılar Köyüne yollayıver, geçen bir arabayı durdur beni bindir” diyor.
Esnaf ilk şaşkınlığını atınca soruyor “ Amca Demirci'de Akıncılar Köyü yok, mahallesi mi” diye soruyor ısrarla “ hayır Akıncılar köyü” diyor.
Çevreden yardım istiyor esnaf. Millet toplaşıp, yaşının demini almış bu amcaya yardımcı olmaya çalışıyor.
Polis çağrılıyor, iki polis memuru altından girip üstünden çıkıyor amcanın ama amca ısrarla “ Akıncılar Köyü” diyor, Nuh diyor, peygamber demiyor anlayacağınız.
112 acil sağlık ekibi geliyor, zira zor hareket ediyor. Yardıma da ihtiyacı var. Görüntü yaşlılığın tüm emaralerini ortaya koyuyor. Polis kimliğini buluyor cebinden “ Kılavuzlar Mahallesi” doğumlu.
“ Amcaya Kılavuzlar’a mı gideceksin” diye bu kez soru değiştirilerek yeniden soruluyor. Cevabı değişmiyor “ Akıncılar Köyü”
Sağlıkçılar, polis memurları, mahalle esnafları ve yoldan gelenler geçenler odaklanıyorlar bu hareketliliğe.
Herkes seyrediyor.
Derken yaşı yerinde, Demirci’nin son 60 yılını satır satır anlatma, kişileri, olayları ve memleketten gelip geçenleri bilmesiyle tanınan, bir amca daha geçerken görüyor.
Bu amcayı tanıyor, kim olduğunu, kimlerin babası olduğunu bir çırpıda söyleyiveriyor. Sağlıkçılar, polis memurları ve yaklaşık 40 dakika boyunca amcadan bilgi almak için dil dökenler, bir “oh” çekiyorlar.
Amca görevlilerin nezaretinde Akıncılar Mahallesindeki evine götürülüyor.
Amcanın hikayesi hemen güncelleniyor isim belli olduktan sonra, yalnız tek başına evinde yaşıyor. Amca üstelik Alzheimer hastası, unutkanlıklarıyla, hafızasının gidip gelmesiyle ve o an dağarcığında kalmış bilgileri yerli yersiz konuşuyor.
Demirci’de böyle hayat hikayeleri oldukça fazla ben bunu araştıran, gözlemleyen bir gazeteci olarak biliyorum.
Bunu defalarca yazdım, haberlerime taşıdım, yaşlılar tek başına yaşıyor.
Evlatlar, gelinler, oğullar, kızlar,damatlar, torunlar, akrabalar nüfusunun içinde bu kaderi yaşayan, bakımını, sağlığını, beslenmesini, temizliğini zorlanarak veya es geçerek nefes alıp veren, akşam olunca karanlıkla birlikte yüreğine hüzün çöken insanların sayısı hiçte az değil.
Bu şehirde sessizliğin sesini dinleyerek, yalnızlığı televizyonun sesine boğdurup, kış günü üşümemek için akşamın erken saatinde, bir kase yoğurt, olmadı zeytin peynirle öğününü geçiştirip, soba yakamadığı için, erkenden yorganın battaniyenin altında, o hep hasret kaldığı kalabalıkların sıcaklığıymış gibi yatağında bununla avunanlar var.
Yaşadıklarını hatırlayıp, gençken, çoluk çocuk bir aradayken, eşi sağken huzurlu günlerinin bir hatıra olarak kaldığını düşünerek, duygulanan, içindeki kasvetiyle, özündeki kederiyle, çaresizlikleriyle gözünden bir iki damla yaş düşerek uyuyup kalanlar var.
Demirci’de huzurevi gerçeği bir kez daha ortaya çıktı.
Bugün yaşanan bu insan manzarası burnumun direğini sızlattı.
Demirci’nin öncelik sıralaması listesini bir türlü yazıp, bu sıraya göre yaşamın reaileteleri içinde sosyal yaşamı güçlendiren işleri yapamayanlar, bu insan hikayelerinden de etkilenmiyorlar demek ki.
Bakıyorlar, görmüyorlar, yazılanları okumuyorlar, hayata, insanlığa dair yapılmış işlerden de ilham almıyorlar.
Unutmayın, kimin ne olacağı belli değil. “Neydim, ne oldum, ne olacağım” denklemini bu hayatın içine monte etmeli, bu insanlığın her hali için hizmetleri yapmalı, dostları da boşa harcamadan biriktirmeliyiz.
Arkamızdan hoş sada bırakmak gerekli.
Her faninin tadacağı ölüme inanmak bir iman meselesi, Demirci’ye bir huzurevi yapılması ve yaşlıların burada zapt edilmesi için çaba göstermek de bu imanın 4’de 3 den fazla bir iman şekli.
“Evinde ölü olarak bulundu” başlığıyla yapılmış haberleri artık yapmak istemiyorum. Yalnız yaşayan, konu komşunun ortalarda görmeyince kapısını camını kırıp içeri girdiğinde ölü olarak bulduğu insanlar artık olmasın.
Bir huzurevi yapamıyorsanız, huzurunuz olmasın.
Zira huzur bulamayanların vebali insanları huzursuz etmeli.
Ölürken en son gördüğü Azrail’den önce, başında dua eden, ona bir damla su içiren birinin olmasıyla ölümü yaşamak daha insanca değil mi?
Velhasıl kelam, insan ölürken de insan gibi ölebilmeli.
Tercih sizin, “ne verirsen elinle, o da gelir seninle” derler ya..
Öteki tarafa giderken cebinizde görünmeyen ama gönüllere kazınmış sevaplarla gitmek, arkanızdan ahde vefa ile anılmak veya anılmamak sizin elinizde.
Yaşlılık, ömrün hazan mevsimi, dalından kopan yaprak rüzgara teslim olur, gelin bu insanlar da bir yaprak gibi bu hayatın içinde son günlerinde, böyle sürüklenmesin.
28 Kasım 2020
Mustafa Temiz
Demircinin gerçeği oldu huzur evi .değerlendirilmesi gerek