Güldürdek, Tavla, Baba

Pazar günleri Demircililer için geçmiş yıllarda Güldürdek piknik sahasına gitmek adeta bir gelenek bir alışkanlıktı.
En ağır misafirler, akrabalar Pazar günleri Güldürdek'te ağırlanırdı.


Etler Cumartesi gününden alınır, güveçler hazır edilir, Güldürdek'e yine piknik için gelenler kavilleşir, sabah varıldığında, ilk iş, oradaki fırın yakılır, güveç çömlekleri fırına konulur, fırında güveçler akşama kadar pişerdi.


Eskiden sosyal hayat denilen, insanların kaynaştığı, muhabbetin dibine vurulduğu yer olarak, dostların bir araya gelmesi için Güldürdek yıllarca sembolleşmiş, insanların Pazar günleri kendilerini sabahın ilk saatlerinden itibaren dar attığı nefis bir yerdi.


Çam havası, her yerde akan buz gibi kireçsiz, sıfır mikroplu dağsuyu insanı kendine getirirdi. Çeşmelerin aharlarının içine karpuzlar atılır, akşam fırın açıldıktan sonra, güveçler yenildikten sonra, çelik gibi soğumuş karpuz, etin ardından da çok iyi giderdi.


Babamın asker arkadaşı hafta sonu yıllar sonra ailesiyle bizi ziyarete gelmişti. Anam misafirler istirahate çekildiğinde beni de çağırdı. Ertesi günü Güldürdek'te misafir ağırlanacak ya, plastik sepetin içine dizilen çay bardakları sarsıntıyla kırılmasın diye birer birer gazete kağıdına sarılacak, bu işi hep bana yaptırır ya gene yaptım.


Ertesi günü Güldürdek'teyiz, çamların altına oturduk. Yaşım 11-12 o sıralar. Kahvaltı yapıldı. Babamın asker arkadaşı, ben ve babam kadınlardan ayrı bölümdeyiz. Onlar sohbet halindeler, benim tutkum olan, hafta sonu o dönemin eklerinden dolayı ağır gazetelerini okuyorum. Kadınlar öğle yemeği için hazırlıktalar, biber dolmaları dolduruluyor, kara tavada kızartmalar yapılıyor. 


Odun istendi, babam kalktı odun toplamaya gitti. Babamın asker arkadaşı ile yalnız kaldık, amca bana neler yaptığımı sordu, öğrenci olduğumu, yaz tatilinde olduğumu söyledim."Arabada saz gördüm, sen çalabiliyor musun?" diye sordu. Ben de eğitimini aldığımı çalabildiğimi söyledim. Babam odun toplamaya gitti süre biraz uzadı. O arada misafir amca arabasına doğru gitti. Döndüğünde içindeki pullar şakırdadıkça ses çıkaran tavla ile geldi. Önüme oturdu. Tavlayı açtı. "Siyahlar benim, hadi bakalım, bir iki el tavla atalım senle" dedi.


Okuduğum gazeteden başımı kaldırdım. Şaşkındım "Ben tavla oynamayı bilmiyorum" diyebildim. O sırada babam elinde odunlarla geldi, ateşe yakın bir noktaya yığdı. Ortada tavlayı gördü. Misafir amca " Len Yusuf senin oğlan tavla oynamayı bilmiyormuş ya, kocaman oğlan bunu kahveye falan yollamıyor musun ? " dediğinde, babamla birbirimize baktık. "Babam o hep kitap okur, saz çalar söyler, tatillerde evden hiç çıkmaz" deyip konuyu kapatmak istese de, misafir amca hızını aldı bindiriyor. " Bunun yaşındakiler tavlanın başından kalkmıyor, kocaman oğlan hiç tavla bilmez mi ya" dese de, babam durumu geçiştirmeye çalışıyordu.


Ben de moral bozuldu, tekerlekli sandalyeme bindim, uzaklaştım oradan, derenin kenarına gittim. Saatlerce orada oturdum. Misafir amcanın dedikleri içime oturmuştu. 8 yaşında Ankara'ya okumaya gitmiş, tekerlekli sandalye üstünde yaşına rağmen direnmiş, kendini hem eğitimine, hem de okumaya , müziğe vermiş bir genç adayıydım. Kahveye gidecek şartlarım uygun değildi, 70 'li yılların sonunda Demirci ilçesinde böyle bir durum fiziken de benim için mümkün değildi. Tavla sadece kahvelerde bulunuyordu. Okulda da görmemiştim, duymamıştım.


Herkes muhabbetin dibine vurdu, ben hırsımı gazetelerden çıkardım, misafir amcayla da hem o gün, hem de gidecekleri gün, odama çekilip hiç bir daha görüşmedim.


Ertesi günü Austin ciple babam evin önüne yanaştığında, bizim evde akşam yemeğinin yarım saat içinde yenileceği geleneği vardır. Austin cipin frenine basıldığında balatalardan gelen o diit sesi, benim akşam yemeği için hazırlık yapmam için uyarıdır aslında. Salona çıktım, babam eve girdi. Elinde bizim çimento kağıdı diye tabir ettiğimiz kağıda sarılmış bir paket var. İçeri geçti, yemeğe oturduk. Babam" anlat bakam neler olmuş bitmiş, Tercüman gastesini okudun mu, öğlen getirmiştim" dedi. Ben de durgunluk halen devem ediyor. kısa cümlelerle anlattım bir şeyler. Yemek bitti, babam odanın ortasına diz çöktü, anneme getirdiği o çimento kağıdına sarılı paketi odaya getirmesini söyledi. Annem getirdi. Babam açtı paketi, İçinde bir gün önce misafir amcanın elindeki Güldürdek'te ilk kez gördüğüm tavla vardı. 


Açtı önüme, yepyeni pullar ve zarların olduğu naylon paketi tırnaklarıyla yırttı, hiç unutmuyorum, pullar plastikten sarı ve mavi renkliydi. "Pul ile zarlar ateşbedelinden ( Demirci'de dönemin ne isterseniz ben de yok demeyen tek bakkalı) başka yerde yoktu ama buldum. Babam pulları zarı öğretti. Tavlada alınması gereken evleri tarif etti. Gece yarısına kadar zarın geldiği tüm gelişmelere göre, hamleleri nasıl yapmam gerektiğini, tavla oynamanın kurallarını öğretti. "Pulu kırdığın zaman bazı şımaganlar bunu buraya böyle çarpıp ses çıkarırlar, sen sakın yapma, karşında oynadığına büyük saygısızlıktır" diye de tembih etti.


Ben ertesi günü çabuk öğrenmemden dolayı, zarları hep ben atarak, karşımda rakip var gibi, tek başıma gün boyu iki kişilik tavlayı mavi ve sarı pullarla, zarlarla akşama kadar oynadım.


Babam nam-ı diğer Marangoz Yusuf ( baba yusufların yusuf) gece olup biteni anama anlatmış.
Atölyede kendi yapmış tavlayı, verniklemiş, işlemelerini yakmış, akşama kadar uğraşmış. Asker arkadaşı misafir amcanın dedikleri, benim olduğu kadar, onun da zoruna gitmiş meğer.


Kısaca bugün babalar gününde bana tavlayı öğreten ustamın babam olduğunu ve hikayemizi sizlerle paylaşmak istedim.
Yarım asırı geçmiş yaştayım, Güldürdek'e her gidişimde bu tavla anısını hatırlarım. Yıllardır da  o misafir amca ile tavla oynama arzusundayım. Şu an adını bile hatırlamıyorum. O gün bana belki de hiç art niyetsiz olmasına rağmen büyük üzüntü yaşatan, sonradan öğrendiğimde babamı da üzdüğünü öğrendiğim o misafir amca gelse de bir iki el tavla atsak, siyahlar onun olsun hiç fark etmez..


Tüm babaların, babamın, hele hele yaşam koçu gibi baba olabilenlerin günü kutlu olsun.
21 Haziran 2020


 

YORUM EKLE