İki vatandaş, Anayasa mahkemesinin “hak ihlali” kararına uymayan mahkemelere suç duyurusunda bulundu

Aydın’ın Kuşadası ilçesinde iki vatandaş, Anayasa mahkemesinin “hak ihlali” kararına uymayan mahkemelere suç duyurusunda bulundu.

İki vatandaş, Anayasa mahkemesinin “hak ihlali” kararına uymayan mahkemelere suç duyurusunda bulundu

Mahir Ersöz ve Nesim Karaman adlı vatandaşlar, yazdıkları dilekçelerle, Anayasa Mahkemesinin Can Atalay hakkında vermiş olduğu hak ihlali kararını uygulamadıkları gerekçesiyle, Yargıtay 3. Ceza Daire Başkanı Muhsin Şentürk, Yargıtay 3. Daire Üyesi Hakan Yüksel, Yargıtay 3. Ceza Dairesi Üyesi Mustafa Doğru, Yargıtay 3. Ceza Dairesi Üyesi Şerafettin Saka, Yargıtay 3. Ceza Dairesi Üyesi Mustafa Karayıldız, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Mesut Özdemir hakkında Kuşadası Cumhuriyet Savcılığına dilekçeyle müracaat ederek suç duyurusunda bulundular.

Savcılığa sunulan suç duyurusu dilekçeleriyle:

1- Anayasanın 153/6 maddesinde yer alan “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” amir hükmünü kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ihlal etmişlerdir.

2- Gerek İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı, gerekse Yargıtay 3. Ceza Dairesi başkan ve üyeleri yargı organları için de bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kararını uygulamamakla, 12 Eylül 2010 tarihinde halkoyuyla kabul edilen

7/5/2010 tarihli ve 5982 sayılı Anayasa Değişiklik Kanununun 18. maddesiyle hukuk düzenimize getirilen bir hak arama yolu olan “bireysel başvuru” yolunu fiilen uygulanmaz hale getirerek, bu yolu ortadan kaldırmışlardır. Bu basitçe Anayasanın 148. maddesinin ihlali değil, aynı zamanda Anayasanın 175. maddesi ile Anayasa değişiklik yetkisi verilen Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve halkoylamasıyla türev kurucu iktidar görevi verilen Türk milletinin iradesinin yerine geçmek, yani apaçık bir fonksiyon gaspıdır. 2010 Halkoylaması ile kabul edilen bir hak arama yolu, jüristokratik bir yargısal aktivizm anlayışı ile fiilen işlemez hale getirilmektedir.

3- Anayasanın silsile yoluyla 153, 148 ve 175. maddelerinin ihlaliyle “bireysel başvuru” hak arama yolunun işlemez hale getirilmesi, Anayasanın 2. maddesinde Cumhuriyetin temel ilkeleri arasında sayılan ve Anayasanın 11. maddesi ile yargı organlarını da bağlayan “hukuk devleti” ilkesinin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ihlali ve ortadan kaldırılmasıdır.

4- Anayasa Mahkemesinin 25/10/2023 tarihli Şerafettin Can Atalay (2) Başvurusuna İlişkin Kararının uygulanmaması, başvurucunun 14 Mayıs 2023 tarihinde milletin oyuyla seçilmiş bir milletvekili ve aynı zamanda TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi olması sebebiyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerinin kısmen yapması engellenmektedir.

5- Anayasa Mahkemesinin 25/10/2023 tarihli Şerafettin Can Atalay (2) Başvurusuna İlişkin Kararının uygulanmaması ile başvurucu Şerafettin Can Atalay haksız bir biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmakta, maddi ve manevi zarara uğratılmaktadır.

6- Yargıtay 3.Ceza Dairesi bu kararı ile Anayasa Mahkemesi kararına karşı vermiş olduğu karar tam bir operasyondur. Anayasa Mahkemesi kararını geçersiz kılmayı, değersiz kılmayı ve uygulanmamasını sağlamaya yönelik bilerek isteyerek kasten yapılmış bir eylemdir. Tam olarak bir “YARGI DARBESİDİR” devletin anayasal düzenini değiştirmeye matuf bir eylemdir.

7- 3.Ceza Dairesi bu dosya hakkında hükmünü kurmuştur. Bu dosya hakkında hiçbir yetkisi kalmamıştır. Bu dosya elinden çıkmıştır. Yeniden aynı dosya hakkında hiçbir şekilde karar verebilecek durumda değildir. Bu somut hukuki duruma rağmen failler kasten Anayasa’nın ihlal edilmesi fiilini işlemişlerdir.

8- İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı bu dosya hakkında derhal hüküm kurması gerekir iken diğer üyeleri olmadan sadece başkanın imzası ile dosyanın hiçbir yetkisi olmayan 3.Ceza Dairesine gönderilmiş olması diğer failler ile birlikte Anayasa’nın ihlal edilmesi amacı ve kastı ile yapılmıştır. Oysa Anayasa’nın çok açık bir hükmü ile Anayasa Mahkemesi Kararları herkesi ve her kurumu bağlar. Basındaki haberlerden anlaşıldığı üzere, şu anda ilk mahkeme   bu sorunla ilgili olarak, dava dosyasının Yargıtayda olduğunu, kararın Dairece verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Karar mahkemesi, kural olarak ilk mahkemedir. Yargıtay ise, karar mahkemesi değil, “denetim mahkemesidir”. Elbette Yargıtay, eğer eylem suç değil ve sanık tutuk ise, ayrıklı (istisnai) olarak sanığın salıverilmesine de karar verebilir. Vermelidir de. Ancak bu türden “ayrıklı durumlar, dar yorumlanır” Dolayısıyla Yargıtayın denetim mahkemesi kimliği örselenerek asla genişletilemez.

9-      Aslında olayımızda dosyanın incelenmesini gerektiren bir durum da asla söz konusu değildir. Yapılacak işlem bellidir. Mahkeme, topu taca atacak yerde, kararındaki bilgilere göre, tutuk milletvekilini hemen salması gerekirdi. AYM, özgürlük hakkının çiğnenmesinden (ihlal) söz ediyor, Atalay’ın suçsuz olduğundan değil. AYM, sadece bu çiğnemeyi belirlemiştir. Öbür mahkemelerin hukuksal görevi ve etik ödevi, belirlenen bu çiğnemeyi ortadan kaldırmaktır. Eğer bir önlem olan “tutuklama” işlemi, AYM’ce “hakkın çiğnenmesi” belirlemesinden sonra da sürdürülürse, bu, artık hukukun hukuk görüntüsü altında kötüye kullanılmasının da ötesine geçen bir duruş, kişinin özgürlükten yoksun kılınması; uygulanan da, hukuk dışı ve de hükümlülük öncesi öngörülmüş bir cezadır.

10-Düşünür hukukçulara göre, biricik yol gösterici hukuk biliminin olayımızda söyledikleri bellidir: Hukuk, etkin ve edilgin özneler arasında “hukuksal ilişki”leri düzenleyen bir sistemdir. Bu hukuksal ilişkiler, sağlıklı düzenlenmez ve de uygulanmazsa, hukuk kaba bir güce dönüşür ve cehennemin giriş kapısını aralar. Sözgelimi, adliye mahkemesinin verdiği boşanma kararını nüfus memuru işlemek, tutuklama kararını savcılık yerine getirmek zorundadır. Ama idare mahkemesinin ya da kaymakamın verdiği boşanma ya da tutuklama kararını kimse yerine getiremez. Buna karşılık, bir tüzük ya da yönetmeliğin bir maddesini iptal eden idari yargılamanın kararına da elbette herkes uymak durumundadır. OLAYIMIZDA YAŞANAN DURUM AYM’nin “HAK İHLALİ”ni belirlemesinden sonra, AYM ile ilk mahkeme arasında doğan hukuksal ilişki ve bunun nasıl olduğu anayasal düzeyde belirlenmiştir: “Anayasa Mahkemesi kararları (…) yargı organlarını (…) bağlar.” (m. 153/son). Ancak, aşağıda değineceğim gibi, ayraç içinde belirteyim ki, bu bağlayış, onu yüksek mahkeme yapmaz, yapamaz; yalnızca kendi alanında son sözü söyleyen mahkeme yapar. O kadar.

11-  Buyruk kipiyle düzenlenen, ilkokul çocuklarının bile anlayabileceği kadar apaçık, yoruma kapalı olan bu maddeye göre, hukuksal ilişki açısından etkin (aktif) özne ve de “erk” AYM’dir. Edilgin (pasif) özne, yani kendisine düşen ödevi (vazife) yerine getirecek olan özne ise, tutuklama kararını veren Ağır Ceza Mahkemesidir. Bu mahkeme, AYM’nin kararını yanlış bulsa bile, ödevini yerine getirmek ve tutuklanan kişiyi hemen salıvermek zorundadır. Kısaca, bu belirlemenin ışığında ilk mahkeme yargıçlarının yapacakları işlem, AYM kararının içeriğini incelemeksizin yerine getirilmesi gereken biçimsel bir işlemden ibarettir: Sanığı salıvermek. Çünkü burada Yargıtayın kararına karşı direnme yetkisinde olduğu gibi, ilk mahkemeye asla bir “değerlendirme yetkisi” verilmemiştir.

Dilekçelerini veren Mahir Ersöz ve Nesim Karaman; Anayasadan doğan vatandaşlık hakkımızı kullanarak Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunduk, gene vatandaş olarak sonucu bekleyeceğiz, açıklamasında bulundular.

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER