Yüzüncü Yılında Yakın Tarihe veya Cumhuriyet Tarihine Nasıl Bakmalıyız? / Prof. Dr. Celal Metin Yazdı...

İnsan doğası gereği baktığı kadarını görür; gördüğünün dışında kalanı hayal eder ve varsayımda bulunur ama çoğunlukla gördüğü kadarı üzerinden fikir beyan eder. Olay ve durumlardan olgular oluşturur; bu olgular üzerinden gündelik, geçici ve bir o kadarda taraflı ideolojik bir tutum sergiler.

Yüzüncü Yılında Yakın Tarihe veya Cumhuriyet Tarihine Nasıl Bakmalıyız? / Prof. Dr. Celal Metin Yazdı...

İnsan doğası gereği baktığı kadarını görür; gördüğünün dışında kalanı hayal eder ve varsayımda bulunur ama çoğunlukla gördüğü kadarı üzerinden fikir beyan eder. Olay ve durumlardan olgular oluşturur; bu olgular üzerinden gündelik, geçici ve bir o kadarda taraflı ideolojik bir tutum sergiler. Elbette düşünme ve fikir oluşturma bir süreçtir. Bu süreç içindeki tüm gelişmeler tamamlanmadan ve tüm olguları görmeden konuşuruz. Bu bize geniş bir hareket alanı sağlar ve dilediğimizi söyleriz ama tüm olguları gördüğümüzde geri dönüş zorlu ve sancılı bir sürecin de başlangıcıdır çünkü artık söyleyeceğimiz kadar, söyleyemeyeceğimiz de çok şey de vardır. Bu sütunlarda ilgi alanımızla bağlantılı olarak, bir dizi, tarihten güncele; içinde, milliyetçilik, çağdaşlaşma, kültür vs. olan toplumsal ve siyasal meseleler üzerine öznel fikir ve düşünceler paylaşılacaktır. Amacımız ne fincancı katırları, ne CIA’nın masabaşı memurları, ne neoliberal güzelleri ne de post post olanları dilimize dolamak değildir. Amacımız hakkında fikir ve düşünceye sahip olduğuna kanaat getirdiklerimizi paylaşmak; özünde anlamak ve anlatmaktır.

                                                           **********

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100.(yazıyla-Yüzüncü) yılındayız. Kurtuluş Savaşının son gazisini bundan 13 yıl önce kaybettik. Hem Millî Mücadelenin hem de Cumhuriyetin kuruluşuna şahit olanları birer birer kaybettiğimiz şu günlerde, artık o kurtuluş-kuruluş tarihlerinden iyice uzaklaştığımızdan, kurtuluşa-kuruluşa farklı bir ‘episteme’den bakıyoruz. Bütün tarihsel anlatılar, içinde elbette gerçeklik barındırmakla birlikte, birer kurgudur. Kurtuluş ve kuruluş paradigmaları da dönem dönem ortaya çıkan yeni bilgiler, anlayışlar, dahası zamanın gerekleri bağlamında yeniden ve yeniden kurgulanır. Tarihte olana merakımızı da tetikleyen ama daha çok güncele ait bir konuşmada, tartışmada veya iddiada müttefik veya taraftar aradığımız gerçeği bizi tarih okumaya veya araştırmaya meyilli kılar. Beklentimiz sözü, tezi, anlatıyı hakikat kılacak bilgi veya yorumlar bulmak; arzularımıza veya emelimize uygun düşeni görmek, olmayanı görmemezlikten gelmektir.

Bir geçmiş bilgisi olarak tarih her devirde insanoğlunun ilgisini çekmiş; bu ilginin temelinde güncelin sorunlarına tarihsel karşılık bulmak olduğu kadar, devrin bilgi birikimi, yeni fikir, yöntem ve ilgiler de belirleyici olmuştur. O yüzden tarihten hep bugüne yönelik konuşması istenmiş veya beklenmiştir.

Başlangıçta yöntem ve tekniğe dair bir giriş cümlesi kurmaya kalktığımızda, belge veya tanıklığa dayalı bir gerçeklik arayışı karşımıza çıkar. Nesnel olarak bir belge veya şahitlik, bir durumu, bir oluşu, bir bakışı yansıtan ve belgeyi kurgulayan veya şahittin öznel işaretlemesidir. Ayrıca o belge veya şahitliğe anlam yükleyen tarihçi veya bir başkası da bir başka tarihi anın şahididir ve oradan konuşur. Bu durumda tarihsel belge veya şahidi baz alarak oluşan gerçeklik ne kadar hakikattir? Hele dilli-dilsiz belge veya şahit, tarihçi veya başkası tarafından konuşturuluyorsa, gerçekliğinin yerini düpedüz tarihçi veya başkasının ideolojik tutumu alıyor demektir.

İnsan doğası gereği geleceği hesaplamaya ya da belirlemeye çalışır ama yarın dediğimiz şey güçlü bir belirsizlik taşır. Büyük ve iyi bir gelecek vaat eden, insana ve topluma yönelik, tarih boyunca sayısız ütopya, misyon, ülkü, ideoloji veya öğreti icat edilmiştir. Yine de, “ne hale geldik” ile “nereden nereye” diyenlerin baktıkları hep tarih ya da yakın tarih olması şaşırtıcı değildir. Çoğunlukla geçmişin ihtişamına takılıp bugüne ve geleceğe hayıflananlar ile tarihten bir çıkış hattı bularak geleceğe güzellemeler yapanların güç depoladıkları yer tarih veya yakın tarih olduğu kadar, teselli bulunan ya da iman tazelenilen de aynı yerdir. Bir tezatlık gibi görünense tarihin doğal ve kendi has gerçekliğinin farklı koşullarda bize görünen yüzünü veya görmek istediğimiz biçimini bizim onu kendi kurgumuzla yazma veya okumamızdır.

Yakın tarih üzerine yazmak veya konuşmanın bir dizi zorlukları vardır. Hele bu Cumhuriyet tarihi ise bizi bir dizi zorluk bekler. Bir insan ömründen bilemediniz bir buçuk ömrü kapsayan tarihsel sürecin birçok yansımaları ve süreklilikleri vardır. Cumhuriyetin kuruluşuna ve inkılapların yapılış sürecinin coşkulu geçmişine şahit ya da bu sürecin mağdur mirasına sahip olanlarla bu sürecin, bırakın coşkusunun izlerini gören, sürecin eksikliğine, tamamlanmamışlığına veya yanlışlığına şimdinin koşullarından bakan iki neslin yan yana varlığı söz konusudur. İlk grup olumlu-olumsuz hatıralarından tarih üretirken diğer grup doğrunun veya yanlışın, eksikliğin veya fazlalığın nerde olduğu arayışına yaslanan bir tarih okumayı yeğler. Her iki grubun da müstehzi bir gülümsemesi vardır; öyle ya en iyiyi onlar bilir.  

Bir de kurtuluş-kuruluş babalarının ürettiği bir resmi tarih gerçeği vardır. İlelebet payidar kalacağı varsayılan bu tarih anlatısının, “her nesil tarihe kendi koşullarında eğilir; ya o tarihi daha ileriye taşır ya da ona ihanet eder” düsturunca bu tarih anlatısı kıyısından köşesinden zamanla param parça olur. Tarihin uzak dönemi hakkında sınırlı konuşanların dili, yakın döneme geldiğinde çözülür, susmak bilmez. Hele değişen siyasi konjektür uygunsa, yalan mübah, kalpazanlık beceri, polemik sahih olur. Bilim ahlakınca anlamak ve anladığını anlatmanın yerini kendi polemikçi ve ideolojik hegemonyasını kurmak alır. Bugün hem Cumhuriyet tarihi hem de Kemalizm/Atatürk eleştirisi yapanların gülünç arzı endam edişlerini seyretmenin eğlencesini iyi bir tarihçi, hiçbir traji-komik filmde bulamaz; bulsa da bu tadı alamaz.

Literatüre baktığımızda adı alternatif olan bir sürü tarih anlatıların birçoğu yakın dönem ve Cumhuriyet tarihi üzerinedir. Halbuki en fazla bilgi, belge ve şahitlik de bu döneme aittir. Bu kadar tarihsel olanın en fazla maniple edilmiş olması da ilginçtir. Tarihte holiganlık yapmak yerine dürüst taraftarlığı seçtiğimizde ve dünyadaki gelişmelerle eşgüdümlü, karşılaştırmalı anlatıları tercih ettiğimizde farklı bir konseptin oluşacağı açıktır. Sadece belge okuma ve şahit tutmanın ötesine tarihçiliği taşımadığımız müddetçe tarihi ve Cumhuriyet tarihini anlamamız ve anlamlandırmamız mümkün değildir.

Tarih, geçmiş hakkındadır ve yazılması şimdide okunması geleceğe bırakılmıştır. Ancak yakın tarih şimdide yazıldığı gibi, şimdide tüketilir. Temel sorun “geçmişte ne oldu” dan çok, “geçmişte olanın bugün nasıl anlatılması gerektiği/ ihtiyacımızın ne olduğu”dur. Son dönemde gördüğümüz yakın tarihe odaklı eleştirel çalışma ve tartışmalardaki, “vesayet, ceberrut devlet, mağduriyet, kimlik, beyaz Türk, vs.” türü içi boş söylemlerle dolu anlatılar, birilerinin duymak istedikleri olmakla birlikte, son kertede aklımızla alay etmekle eşdeğerdir. Bugün yakın dönem ya da Cumhuriyet tarihi ile ilgili çalışmalardaki bağlamından koparılıp güncel siyasi tartışmalarının malzemesi yapılan olay ve olgularla dolu tarihsel anlatılar, sahte bir tarih inşasına zemin hazırladığı gibi, kaba bir anakronizme kapı aralamaktadır.

Yakın dönem tarihine nasıl bakmalıyız sorusunun en geçerli cevabı, önyargısız anlama ve anlamlandırma üzerine olmalıdır. Her olay ve olgu hem tarihsel bağlamında hem de geçirdiği tarihsel değişim ve dönüşümlerle birlikte görülmeli, değerlendirilmedir. Yalnızca bir dönemden çok diğer dönemlerdeki varlık, etki ve farklılaşmaları da göz önünde bulundurulmalı ki daha nesnel değerlendirmemiz mümkün olsun. Bu aynı zamanda bize daha geçerli, soğukkanlı ve üzerinde uzlaşılabilir bir tarihsel kurgu ve anlatı oluşturmamıza da imkân verecektir.    

10 EKİM 2023

Prof. Dr. Celal Metin

celalmetin2004@gmail.com

     

   

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER