Man’da Yuva Yapmış Söğüt Dalına

Newyork Mahkemesinde Reza Zarrab’ın itirafçı olduğu dava sürüyor. Ben genellikle yerli kaynaklar yerine sulandırılmamış, sabunlanmamış, objektif haber veren yabancı kaynakların haberlerini ya da sosyal medya üzerinden canlı yayın yapanları izlemeyi tercih ediyorum. Aman Allahım! Meğerse ne büyük pisliklerin içine batmışız da haberimiz yokmuş. Neyse, dava sonuçlanıp hüküm verilene kadar ben bu konuda yorum yapmayacağım. Mal meydanda herkes izlesin kendi yorumunu kendi yapsın…

Zarrab gündeme oturmuşken Sayın Kılıçdaroğlu Salı günkü gurup toplantısında, bombanın pimini çekti ortaya bıraktı. Patlamanın artçı sarsıntıları hala devam ediyor, AKP gurubu panikte, her kafadan ayrı bir ses, her ağızdan farklı bir söz çıkıyor. Kimisi ticari nitelikli bir iştir diyerek savundu, kimisi sahte dedi, iftira dedi, kimileri de giden para değil gelen paradır diyerek olayın şeklini değiştirdi. Gurup başkanvekilleri ise o belgeleri elinde bulundurmak suçtur diyerek yavuz hırsız rolüne soyundu. Bu demektir ki belgeler sahte değil, zira sahte olsa suç teşkil etmez. Gerek Bankalar Kanunu gerekse uluslararası bankacılık kuralları, bankaların müşterilerinin mali bilgilerini ve hesap işlemlerini açıklamayı yasaklar. Açıklanan şeyler sahte ise ortada bir suç yok demektir, olsa olsa iftira suçu teşkil eder. O zaman belgeleri savcılığa teslim edin demek yerine gidin iftira davası açın. Ayrıca suç varsa, bu suç bunları kamuoyu ile paylaşan kişinin veya gazetelerin değil bankadan sızdıranındır. 

Gelelim meselenin özüne. Türkiye’den bir kişinin yabancı bir bankaya para yollaması suç mudur? Değildir… 

Rahmetli Özal döneminde Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu ve kambiyo rejiminde yapılan düzenlemelerle bu konu suç olmaktan çıkmıştır. Dileyen herkes, dilediği yabancı bankaya para transfer edebilir, hesap açabilir. Zaten belgeleri ifşa eden Kılıçdaroğlu da suç olduğunu iddia etmiyor. Öyleyse savcılığa bildirmek gibi bir yükümlülüğü de yoktur. Belgeleri savcılığa teslim edin diyenler bunu bilmiyorlar mı? Elbette ki biliyorlar ama laf olsun torba dolsun.

Paraların transfer edildiği iddia edilen Man adası nerededir, nasıl bir yerdir bir de ona bakalım. Man adası, İrlanda adasıyla, Britanya adası arasında kalan minicik bir adadır. Toplam 84 bin nüfuslu, iç işlerinde tamamen serbest ama dış işleri ve güvenliği açısından İngiltere Birleşik Krallığına bağlı bir ülkedir. Birleşik Krallığa doğrudan bağlanmamasının sebebi adanın bir vergi cenneti olmasındandır. Öyle olunca ne AB kuralları, ne Dünya Ticaret Örgütü Kuralları orada geçmez. Denizciler bu adayı çok iyi bilirler, genellikle gemi alım satım işleri, belgeler, ruhsatlar denizcilikle ilgili birçok evrak burada tanzim edilir, zira algı vergi neredeyse sıfırdır. Ülkemizden de birçok armatör, tekne sahibi iş ve işlemlerini burada halleder.

Denizcilikte uzman, 20 küsur yıldır da AKP eski Milletvekili Sayın Cengiz Kamptanoğlu ve kardeşlerinin Denizcilik firmasında danışman olan 40 yıllık bir dostum, anlatıyor. Diyor ki; para transferinin şüpheli bir tarafı yok. Sayın Cumhurbaşkanının çocuklarının gemicilikle uğraştıkları biliniyor, öyleyse onların da iş ve işlemleri için para transfer etmiş olmalarında da bir yanlışlık yoktur. Sonra da ilave ediyor: “Asıl önemli olan transfer edilen paraların nereden bulunduğudur, ama orası da benim işim değildir”

Evet sevgili dostlar. Ortada bir suç yoktur. Dileyen herkes dilediği yere para transfer edebilir. Dileyen herkes dilediği ülkede şirketler kurabilir, ister Malta’da, ister Man’da. Asıl önemli olan transfer edilen paraların kaynağıdır. Yani Nereden buldun? Diye sormak gerekir. Ben daha fazla yorum yapmayacağım. Sadece iki anekdot anlatacağım yorumu ise sizlere bırakıyorum. Birisi merhum başvekil Menderes’e ait diğeri ise benim bizzat yaşadığım bir olay.

Adnan Menderes Başbakan, büyük oğlu Yüksel Menderes İsviçre’de hukuk ve siyaset bilimi eğitimini tamamlar (merhum Kamran İnan’ın okul arkadaşıdır) yurda döner. Babasının karşısına geçer ve serbest ticaret yapmak istediğini söyler. Hiçbir yasal engel yoktur, üstelik aile zengindir Çakırbeyli’de binlerce dönüm mümbit arazileri vardır, sermaye sorunu yoktur. Menderes kaşlarını çatar “ne alıp satacaksın?” diye sorar. Devamla ”Ben başbakan olduğum sürece beni alıp satacaksın,  yaptığın bütün işler bana mal edilecektir, bundan ben rahatsız olurum, ileride anlarsın sen de rahatsız olacaksın” diyerek rızasının olmadığını söyler. Yüksel Menderes babasının sözünü dinler, kararından vazgeçer, herkes gibi sınavlara girer, kazanır, torpilsiz olarak Dışişlerine meslek memuru olarak atanır. 27 Mayıs darbesinden sonra Menderes’e suç isnat etmek isteyen darbeciler, didik didik ederler ama Menderes’in ve ailesinin mal varlığında ne beş kuruşluk bir artış ne de usulsüz bir işlem tespit edebilirler.

İkinci olayı ise bizzat yaşadım. 1970’li yıllar Adalet Partisi tek başına iktidar, Süleyman Demirel Başbakan. Barajlar, köprüler, yollar, sanayi tesisleri yatırımları hızla sürüyor. Ülkede %5 enflasyon, % 8 kalkınma hızı var. Ülke altın çağlarından birini yaşıyor, özel sektör de aynı şekilde büyüyor, yatırımcı, sanayici uygun faizli kredilerle üretime katkı sağlayıcı yatırımlara yöneliyor. Ben daha lise talebesiyim, hafta sonları Bornova’daki okulumdan Manisa’ya dönerken Organize Sanayi Bölgesinde her gün yenileri eklenen fabrikaları gördükçe göğsüm kabarıyor. O günlerde gazeteler Demirel’in kardeşlerinin kullandıkları krediyi dillerine dolamışlar ver yansın ediyorlar. Yatılı okulda AP’li bir aileden olduğum biliniyor ve bu konu yüzüme vurularak taciz ediliyorum. 

Canıma tak etti ve hafta sonu babama olayın ne olduğunu sordum. Babam büyük adam gibi beni karşısına oturttu ve “sen hiç umumhaneye gittin mi?” diye sordu. Utandım, yüzüm kızardı ve alçak bir sesle “hayır” diyebildim. “Yaşın küçük” dedi. Yüzüne bakamıyordum, mahcupluğum da geçmemişti, içten içten niye beni utandırıyor diye de kızıyordum. Sonra devam etti: “Bak oğlum bekar adamın oraya gitmesinin hiç ayıbı yoktur, suç da değildir ama bir memleketin, hakimi, savcısı, kaymakamı, göz önündeki tanınmış kişisi giderse o zaman olmaz, herkesin diline düşersin, işini düzgün yapamaz hale gelirsin” diyerek başbakanın kardeşlerinin de devlet bankasından kredi kullanmalarını, hakimin, savcının umumhaneye gitmesine benzetti. Halbuki onlar da her işadamı gibi kredi almışlar, yatırımlar yapmışlar, borçlarını da vadesinde eksiksiz ödemişlerdi. Sonra Menderes ve oğlunun konuşmasını anlattı. Devamla insanın evladına sözünü dinletebileceğini ama kardeşlerinin gelip başbakana sormak lüzumunu duymadıklarını söyledi. Yapılan işte hata yoktu ama onların da özenli olup devlet bankası yerine özel bir bankadan kredi kullanabileceklerini ifade etti. Rahatlamıştım, babamın anlattıklarıyla savunabildim, çoğu kimseyi de ikna edebildim, çünkü çoğunun babaları da iş adamıydı ve hepsi de kredi kullanıyorlardı. Ardından 12 Mart Muhtırası geldi Demirel iktidardan düşürüldü. Onun da, kardeşlerinin de işleri didik edildi en ufak bir pürüz bulunamadı. Kardeşlere kredi veren bankanın yöneticileri 12 Mart şartlarında yargılandılar, tek bir usulsüzlük tespit edilemedi ve beraat ettiler.

Bu iki anekdotu ölçünün ne olması gerektiğini belirtmek için anlattım. Elbette ki milyon dolarların transferleri, tamamen yasal bir kredi kadar masum olamaz. Armatör falanca bu paraları gönderse kimse garipsemez ama siyasete girerken tek varlığım bu yüzüktür diyenlere ya da devlet memuru maaşından başka geliri olmayanlara paranın kaynağını sormak gerekmez mi?
  
Kimileri Malta’da, kimileri Man’da yuva yapıyorlar da milletin yuvasını kim yapıyor acaba? Yazıma başlarken bir Kastamonu türküsü dilime dolandı. “Manda yuva yapmış söğüt dalına, yavrusunu sinek tepmiş gördün mü? Amanın yandım, tiridine, tiridine bandım.” Eh birileri de Man’da yuva yapmış da bu milletin yavrularını kimler tepiyor? Tepile, tepile anası ağlıyor milletin, yoksulluktan tirit olmuş, gazozdan bile ÖTV alınıyor, saman ithal ediliyor umursayan yok. Hoş, memlekette manda da kalmadı ya! Ağız tadıyla ne manda yoğurdu ne de kaymağı yiyebiliyoruz.
Kalın sağlıcakla… 
Naci Akın 
YORUM EKLE