Mor Cepken

Kadın üzerinde toplumun değişik kesimlerinde onun hayatını, yaşam tarzını, geleceğini kendilerine göre yön vermek, onların hayatlarında belirleyici olmak gibi, içinde bolca cehaletin ve mahalle baskısının olduğu tavırlar görüyoruz.

Bu hakkı nereden alıyorlar?

Kim bunlara bu hakkı veriyor sorularına cevap bulduğumuz gün, içimizde mutlu, şiddet görmeyen, bireysel olarak "ben de varım" diyebilen kadınların sayısı çoğalacaktır.

Kız çocuklarını büyürken, erkeğin iki boy arkasında durduran yapı, büyürken ahlak ve günah gibi kavramlarla alanlarını daraltarak güya kendilerince "kontrol altına tutuyoruz" sözüyle yasak kavramını o bünyelerin zihninin içine yerleştiriyor.

" Yaşı geldi çoluğa çocuğa karışmalı" seçeneğini yine o kendinde bu hakkı gören yapı belirliyor.

Çocuk yaşta evlendirilen, donanımsız, mesleksiz ve tahsilsiz olduğu için " ev kızı" ünvanı verilen kadınlara, o baskıcı yapının belli bir yaştan sonra dünür gelmez olunca da " evde kaldı" ünvanını takması bugün halen yaşadığımız gerçekler değil mi?

Oysa kız çocuklarını kendine güvenen bireyler olarak yetiştirip, eğitimle donatıp, toplumun içinde ekonomik özgürlüğünü kazanmış, özgüven sahibi olarak yetişmesi için önünü açmak bu diğer seçeneklerden daha kolay.

Evin içinde ona güvendiğini hissettirmek, yaslanacağı bir omuz aradığında da yanında olabilmek bu işin formülü. İşin özü gözlerinin içine bakarak onunla konuşabilmek, onu anlayabilmek. Kız çocuğuna fazlaca gösterilmeyen şefkat, mahrum bırakılan sevgi ifadesinin yerine, sanki patlamaya hazır fünyesi çekilecek bir bombaymış gibi yaklaşarak " namus" diye bir etiket takıp kısıtlamak, sevgiye, ilgiye mahrum etmek, onu aslında mahkum etmektir.

Liseden sonra onu hayatın içine salarken de, bir anaç kırlangıç edasında olduğu  gibi , yuvadan uçarken, onun uçmayı, kendisini korumayı bildiğini bilerek göndermek de ebeveynler için bir mutluluk kaynağı olmalı.

Gazetelerde şiddet gören yüzü gözü morarmış kararmış, sosyal medya da sokakta tekme tokat dayak yiyen kadınlar, boşandığı halde, hala onda kendinde bir hak görüp kadınlara kıyan öldüren erkekler gerçeği için kadına pozitif ayrımcılık ifadeleri pansuman etkisi bile yaratmıyor.

O kadınların hayatına dokunmak için, erkek-kadın kavramını unutup, insan ifadesi altında toplamayı beceren üslup ve yaşam tarzını benimsemeliyiz.

Türk toplumu son süreçte, dinin yasakları, mahrem ve bunun devamında gelen cinsi sapıklık ölçüsünün çok üstünde iğrenilen  olayların merkezinde hep kadını görmeye devam etti.

Oysa bu toplum kadınına öncelik ve özgürlük kavramlarını yüzyıllar öncesinde de vermiş, onun değerini hep hissettirmiş olarak daha da gelişerek bugünlere gelmeliydi.

1800 'lü yıllar da bile 2020 'ye göre tarihten okuduklarımızla kadın konusunda soy bağımızın olduğu insanlar kadar günümüzde kadın kavramını kavrayamadığımızı yaşıyoruz.

O yıllarda Kybele, Artemis, Tahtacı yörüklerinde kadın toplumun baştacıdır. Kadına verilen değer, kadının kendini ifade etmesi herkesi bağlayıcıdır.

"Mor Cepken" denilen bir giysi kadının sembolü olmuştur.

Düşünün o yıllarda göçebe yörükleri dağ taş gezerken bile bugünün toplum yapısına ve anlayışına göre fersah fersah daha üst seviyede daha insan gibi kadına yaklaşmıştır. Evli olan yörük kadın kocası tarafından ihanete uğradığında, kocası tarafından aşağılandığında, şiddet gördüğünde  çeyiz sandığında getirdiği mor cepkeni giyer meydana oturur, topluma mesajını böyle verirdi. Mor cepkenli kadını görenler " ben bu herifi boşadım" mesajını işi kelimelere dökmeden algılar, ona göre davranırdı.

Boşadığı kocası ahalinin arasında itibarsızlaşırdı, kimseler kendisine selam vermez, tek kelam etmezlerdi. Eğer mor cepkeni çıkarması için binbir dereden su getirerek, dil dökerek, diz çökerek, özür dilemesini beceremez, karısına kendini affettiremezse, bir daha da evlenemez, ömrünün sonuna kadar bekar ve yalnız yaşamak zorunda kalırdı.

"Gizemli Kadın Efe" ise döneminin en büyük kadın hakları savunucusudur. Efelik kadın, erkek işi değil, yürek işidir dedirten Kadın Efe  mor cepken giyen, eşinden ihanet ve şiddet gören kadınlarla bir olup, ta o zamanlar bile bu mücadelenin sembolü olmuştur. Mor Çatı sembollü kadın sığınma evlerinin çıkış noktası da yine bu sözünü ettiğimiz, Kadın Efe'nin kadınlarla toplandığı yerler üzerinden günümüze taşınmıştır.

Yörük kızları çeyiz bohçasına  kenarları sarı parlak kuşakla işlenmiş mor cepkenleri koyar, öyle gelin olurlardı. Mor cepken evliliğinde her şey yolunda giderse sandığın dibini beklerdi.

Mor Cepken öylesine bir değerdi ki, öyle sandıktan hemen çıkarılıp giyilebilen giysi de değildi. Son ana kadar sabrın sembolü de sayılırdı.

Mor Cepken sürecini Ege'nin dağ köylerinde, Muğla'da Antalya'da Toros dağlarının eteklerinde kurulan obalarda yaşayan yaşlı kadınlar hala bilirler ve söylerler. Mor cepken giyen her kadın aslında devrimcidir. Başkaldıran, bunu üstürubunla anlatabilen, değerini yitirmeden, yaşarken anlatabilen bir bireydir.

Yörük kızları sevdikleriyle evlenirlerdi. Başlık parası gibi alışkanlıkları yoktu. Mor Cepken bohçasında olur, gerektiğinde çıkarır giyer, kendini ifade eder, Mor cepken  giymiş kadına da herkes ona göre davranırdı.

Dünyaya toplum olarak " Mor Cepken" kavramını anlatabilmiş olsak, bugün 8 Mart Dünya Kadınlar günü yerine , biz tüm dünyaya " Mor Cepken" gününü not aldırırdık, bu günü kutlatırdık.

Gözü morarmış, kadınlara bakarak değil, darda kalınca, ihanete uğrayınca, Mor Cepken giymiş kadınların mesajlarını yansıttığı ve herkesin bunu anladığı gibi , ona göre davrandığı bir toplum görmek dileğimle.

BU YAZIM MANİSA BAROSU TARAFINDAN YAYINLANAN DERGİNİN MART AYI SAYISINDA DA YAYINLANMIŞTIR

YORUM EKLE