Demirci'de 40 yıllık karanlıktaki geçmişini arayan kadın haykırıyor" Kaybolan yıllarımın hesabını kim verecek?, ilahi adaletin zaman aşımı olmaz"

İki gün boyunca kırsal mahalle muhtarıyla görüştük. Aile ile aracılık işini yürüttü. Muhtar bize döndü, biz yeniden muhtara döndük durduk."Kadın gelmesinler, kesinlikle istemiyorum diyor" sözünü iki gün boyunca defalarca işittik. Muhtar da ısrarcıydı, avukat bey ve ben iki gün boyunca dilimizin döndüğü her şeyi söyledik. Muhtarın o gün öğle saatlerinde "1-2 saat içinde burada olun nihayet ikna edebildik" telefonuyla harekete geçtik. Avukat bey geç kalmamak için Salihli'deki davasından çıkar çıkmaz aracıyla adeta uçar gibi geldi. 


Giderken çiçek aldı Bayan H., 32 yıldır hiç görmediği  ablasını görecekti. Abla onların en büyüğüydü. Kısa süre o da cinayetten sonra cezaevinde kalmıştı. Mahalleye vardığımızda akşama daha 2 saat vardı. İçeri girdik, evin hanımı biz koridordan içeri girerken bile "buyurun" etmedi. Ama bir avukat, bir gazeteci olarak biz böyle durumlarla sık karşılaştığımızdan dolayı hiç umursamadık. Daldık içeri çünkü bizim için amaç hasıl olsun, detaylar önemli değil anlayışı önemliydi.
İçeri girdiğimizde abla isyanlarda  adını halen koyamadığımız bir öfke ile konuşuyordu kardeşine. 


"Ölüme dahi gelmeyin, benim adımı ağzına alma, abla deme bana". 
Bu öfkenin sebebini bulabilmek için uzun süre izledik. Avukat bey güzel üslubuyla durumu anlattı. Kardeşlik kavramı ve yıllar içinde kaybolan bu güzelliğin bir kayıp olduğunu belirtti.


Ben konuştum, bayan H. ile ilgili geçmişte kendisine kurgulanan sahte yalanların içinde ablayı kast ederek, kendisinin de bulunduğunu, ancak bu yalanların şimdi ortaya çıktığını, kayıp zamanın 32 yıla mal olduğunu, bu anlatılan ve yıllar süren yalanların kendilerine kardeşlik gibi erdemli bir duyguyu yaşatmadığını anlattım. 
Karşımızda mantığı, sevgiyi ve nezaketi öfkesinin altında ezerek, öfkenin hakimiyetine girmiş bir bünye vardı. Avukat bey telefonla tavsiyeleriyle bir çok insanın yaşamına dokunan, onları narin ses tonu  ile doğruya sevk ettiğine şahit olduğumuz bir hocamızı aradı.

 
Dinimize göre ortadaki bu olayın nasıl karşılanması gerektiğini sordu. Hoca efendi güzel Türkçesi ile tek tek izah etti. Oda da bulunan herkes dış görüşmeye verilen telefonla hoca efendinin dinimiz hükümlerini ve tavsiyelerini dinledi. Fakat öfkeli kadın Ramazan ayında gittiği teravih namazlarında duyduklarıyla, hocadan sonra bile bize ders verecek kadar cüretkardı. Kısaca bu ablanın suçu değildi ama cehalet, onunda bu dramda yaşadıkları, ruhsal olarak çöküntüleriyle yalın bir zihine sahip olmasa da ağzından çıkan sözleri ona göre, maalesef hoca efendiden bile üstün çıktı. 


Olmadı, başaramadık. İki kardeş arasında yine yalan tuğlalarıyla örülen duvar kalmıştı. Bu duvarın örücüleri de yine eş ve baba katili olan, cezaevi günlerinin sonrasında yalanları kusup, zihinleri bulandıranlardı. 


Cehalet ve öfke bir araya gelince, gerçeği anlatamanın imkansızlığını ve çaresizliğin ne olduğunu o gün orada bir kez daha anlamış oldum. 
Çıktık evden biz arabaya binerken cehalet ve öfke esir aldığı bünyeyi kullanarak finali yaptı. Öfkeli ve yaşadığı travmalarla vicdanı taşlanmış, bir an bile yumuşamayan abla daha bizim arabamızı çalıştırıp gitmemizi bile beklemeden kardeşinin getirdiği çiçek demetini çöpe atıyordu.
Dönüş yolunda üzgün, aracın arka koltuğunda  için için ağlayan bir kadın vardı. 
Ablasıyla barışmaktı isteği, onun amacı sadece araya giren 32 yılın hesabını görmek, yine kendisine yıllarca söylenen yalanlarla bir kez bile arayıp sormadığı, haksızlık yaptığını düşündüğü, ablasından helallik  alabilmekti.


Oysa cinayetin planında, eyleminde ve tam merkezinde olanların, cezaevinden çıktıktan sonra bile kardeşler arası iletişimi bitirmek için söyledikleri kurgulu yalanlar zincirini yıllara dağıtarak bu bağları koparmış olduklarının farkına varan Bayan H.,  ablasıyla bir araya gelme isteğini bize iletirken vicdanının kanadığını ifade ederek anlatmıştı.
Avukat bey ve ben ilk kez başaramamıştık. 


İlk kez bireysel tüm yeteneklerimizi kullansakta sonuca ulaşamamıştık. 
Avukat bey finali aracın içinde yaptı. " Siz gereğini yaptınız, bizler de size yardım ettik, bu alemde de ahirette de bu bize sorulursa şahitlik ederiz üzülmeyin artık"


BENİ KARDEŞLERİMDEN NEDEN AYIRDILAR, NİYE BENİ DE ONLAR GİBİ ÇOCUK ESİRGEME YURDUNA GÖNDERMEDİLER?
Evlatlık verilmesi sırasında Demirci'de başlangıç noktasından itibaren var olan insanı bulmuş, kendisini evlatlık verildiği zaman tanımış, evlatlık verildikten  3 yıl sonra İzmir'de evlatlık verildiği ailenin evinde kendisini ziyarete gelince de konuşmuştu.
40 yıl kayıp zamanın, geçmişinde bıraktığı acıların, ızdırapların, yalanların peşine düşen Bayan H. Demirci'de yine o kişiyi buldu. 


Buluştuklarında yanında iki kişi daha vardı. Onlar da dönemin önemli kurumlarında iş bilen, işleri yürüten insanlardı.
40 yıl öncesi masaya yatırıldı. Bayan H. hırslanmış, öğrendikleri ve bildikleriyle adeta o dönemden ve dönemde karşısına çıkıp bu süreci hazırlayanlardan hesap soruyordu.


" Manisa Vali yardımcısı aradı. İzmirli bir aile 8 yaşındaki o kızı evlatlık edinmek istiyor, gerekli işlemleri ayarlayın" dedi diyordu. 


12 Eylül 1980 darbesi yeni geçmiş, askeri idarenin devlet mekanizması içine yerleşen kanadı ve yerleşik devlet düzeninin tıkır tıkır çalışmadığı bir süreçten bahsediyoruz.


Böyle karışık bir dönemde o zamanlar ihtilalin üstünden henüz 1 yıl geçmişti ve Vali Yardımcısı ilçe ile idari işlerde muhatap olan tek yönetici idi.


Evrak diye bir ifade geçiyor, görüşme sırasında ama süreci yürüten kişi " o senin evlatlığa verildiğin belge dairede var mı yok mu bilmiyorum, ben emekli olduktan sonra akibeti nedir bilgim de yok" diyerek aslında bulunduğu o ortamın gerginliğini geçen 40 yılın ağırlığının altına sokmaya çalışıyordu. 


" Annenden muvaffakiyetini almak için cezaevine gittim, imzasını aldım, seni o aileye verdik. Vali yardımcısı aradı, senin için iyi olur, okursun, topluma karışır faydalı bir birey olursun diye düşündük" diyordu.


Bayan H., evlatlık verildikten sonra 3 yıl geçtiğinde kendisini ziyaret  etmeye geldiğini hatırlatıyor. O da hatırlıyor. " o gün geldiğinizde ben size ne dedim, bu aile beni okutmuyor, şiddet görüyorum, beni ev hizmetlerinde çalıştırıyorlar, bir kusurum olsa hakaretler ediyorlar dedim mi" " dedin hatırlıyorum" diyor. "Peki beni niye oradan kurtarmadınız?" dediğinde " bunları söyledin ama beni burdan kurtarın" demediniz diye bir cevap veriyor. Bayan H. zihninden o acı günleri geçirirken biraz daha sesini yükselterek devam ediyor." Daha 11 yaşındayım, bu sözlerimden siz niye bunu anlamadınız, üzerimde baskı var, korku var bunu anlamalıydınız" bu defa yanıt " bunu direk söylesen anlardım, hem yanımda eşimde vardı, hadi bana bunu söyleyemedin, bunu bir kadın olarak eşime pekala söyleyebilirdin" diye cevap veriyor.


Yanında bulunanlarda döneme şahitlik edenler, dönemin önemli işlerinde görev alanlar. Bayan H.'nin cinayet sonrasında Demirci'den İzmir'e uzanan macerasının başlangıcına şahitlik edenler ve hatta bu sürece dokunanlardı.
Bayan H. bu süreci de didiklemiş, didiklemiş ama karşısına çıkan gerçekler kafasını temelli karıştırmış. 
O dönem evlatlık çocuk edinecek ailelerin evli olma ve çocuklarının olmama şartı yasal olarak aranıyormuş. 
Yurttan çocuk alınırken bu kurallara yasaya uygun davranılıyormuş. 


Ancak diğer 3 kardeşi Bursa'daki Çocuk Esirgeme Yurduna gönderilirken, kendisinin yurt girişi yapılmadan evlatlık verilmesi, işin alelacele getirilmesi ve  bu işin acilen bitirilmesi içine bir şüpheyi düşürmüş. 
Gerçeklerle yüzleşen Bayan H. bu geçerli yasanın aradığı şartların kendisini evlatlık edinen ailede olmadığını da kısa sürede öğrenmiş. 


İhtilalin gölgesi altındaki bir ülke idaresi ve kurumlar içinde kendi ikbalini düşünerek yerini korumaya çalışan yetkili yerlerin etkisiz insanlarının gözyumduğu şeyler yüzünden, hayatının karartıldığı gerçeğiyle de yüzleşmişti. 
Kendisini evlatlık edinen çiftin evli olmadığını ve hatta çocuklarının bile olduğunu da öğreniyordu. 
Yurttan çıkışı yapılan evlatlık verilen çocuk işlemlerinde bu yasaya özenle uyulurken, kendisinin kardeşlerinin yurda verildiği günlerde bile kardeşlerinden ayrılarak yurda verilmediği ve apar topar bu aileye verilmesinin altında "neler vardı acaba?" şüphesi  içini ve zihnini kemiren bir kurt gibi çürütmüş durumda.


10 yıl süren esaretin final günü onun 18 yaşına bastığı ve resmiyete göre reşit olduğu gün. 
Doğum gününde, evlatlık verildiği aile, kendisinden "hiç bir hak talep etmiyorum" yazılı bir evrakı imzalattırıp onu 18 yaşına bastığı  gün resmen sokağa atıyor. 


Bayan H. tahsilini tamamlayamamış, akranları gibi çocukluğunu yaşayamamış, çoğu zaman eli sudan çıkmayıp, temizlik malzemelerinin daha çocuk olan tenini çatlattığı, sızlattığı, acısını içine gömdüğü, ezildiği, hakarete uğradığı, bir şeyi kırıp dökse Külkedisi misali hakaretler duyan, "katilin kızı" diye kulaklarında çınlayan sesleri geride bırakıp sokağı keşfediyor.
Hayatın ve sürecin attığı bir başka kazık ile içi acısa da "direneceğim" sözünü kendine veriyor. 


Okul yıllarından bir arkadaşının bana gönderdiği mesajdaki H. sanki çektiği o çileli yıllara rağmen özel yanı olan o cevheri yeniden içinden ateşlemeyi başarmıştı. Bakın arkadaşı yazı dizimizin yayının ardından onunla ilgili neler yazmış.
"Merhaba Mustafa bey nasılsınız. H. hanımla ilgili yazınızı okudum , sıra dışı , hayatın içinden, kaygı gözetmeden yazılmış , harika bir yazı dizisi olmuş. Elinize sağlık, sizi tebrik ediyorum. Ben H. hanımın mahalle arkadaşı ve sınıf arkadaşıydım, fotoğrafta Ali Gençyiğit hocanın önündeki çocuk benim. H. sınıfın en zeki, herşeye hep pozitif bakabilen en özel öğrencisiydi.  Fakir bir ailenin değil de, adeta zengin bir evin özenle yetiştirilmiş tek çocuğu gibi donanıma sahipti. Babasının bir merkebi vardı sabah onunla işe gider, akşama evine dönen beyefendi bir adamdı. Yüz olarak H. babasına benzerdi. O elim olay hepimizi çok etkiledi. O şirin kız çocuğunu bir daha göremedik alıp gittiler. Zaman zaman merak ederim ama ne haldedir bilemeyiz. Kendisine selamlarımı söylerseniz çok sevinirim, mümkün olursa görüşmek isterim. 40 sene olmuş görmeyeli. Size işlerinizde kolaylıklar dilerim kolay gelsin."


40 yıl sonra bile sınıf arkadaşının  bu unutamadığı Bayan H.'nin bu özel yanını burada iyice sizlere yansıtmak istedim. O direniyor, çabalıyor, kendisini sevmeyi başarıyor, pes etmiyor, o ki ağlarken gözyaşlarını içine akıtma becerisini çoktan kazanmış biri, şimdi kuyruğu dik tutmak gerekiyor sözü gibi direnmeyi tercih ediyor.


Dönemin bir emniyet komiseri ona sahip çıkıyor. Eşi şehit olmuş, iki çocuğuyla yaşayan o ailenin tepesinde bir gölge gibi durup kol kanat olduğu şehit eşi kadının evine onu götürüyor. İlk kez gülümseyen, kendisine özen gösteren bir dille konuşan, onu sarıp sarmalayan bu kadın, Bayan H.'nin kendisine sevgi ve ilgiyle bakan, aklının erdiği günden beri ilk kadın olarak da onun geçen yaşamında hiç unutmayacağı bir mihenk taşı olarak kalmış.


Bayan H. eğitimine devam ediyor. Dışardan bitirme sınavlarında başarılı oluyor. O dönemin şartlarında 3 sınıfı bir yıl içinde verdiği başarılı sınav sonuçlarıyla geçiyor. Sonra iş hayatına atılıyor. Bir mağazada, tezgahtarlık, satış elemanı ve pazarlama deneyimlerini yaşıyor. Evlatlık olarak verildiği 10 yıl içindeki hayatın esaretinden kurtulmayı başarıyor ve kendi kendine yetebilen, çevresine sevgisini verebilmeyi başaran genç bir kız oluyor. Komiser amcanın gölgesi ve çevresi onu hep kolluyor, yeni ufuklar açıyor, o da bu sayede hayata tutunuyor. Desteklerin hakkını veriyor, işine odaklanıyor, kendini geliştiriyor.


ANNE ONLARLA BİR ARAYA GELMEMEK İÇİN SÜREKLİ KAÇIYOR
Kendisinin küçüğü kardeşi ile bağlantıyı hiç koparmıyor. O dönem içinde cezaevinden çıkan anne tüm çocuklarını bir araya toplayıp geçmişi bir türlü onların önüne sermiyor. Bu sebebi arayan iki kardeş, anne ile görüşmek istiyor. Küçük kardeşi anneyi arıyor " ben Demirci'ye geliyorum seni göreceğim" dediğinden itibaren anne tarafından "gelme" cevabıyla karşılanıyor.

O ısrarla telefonla aramaya devam ediyor. Geldiğinde ise yaşadığı evinde onu bulamıyor. Anne adeta evlatlarıyla yüzleşmemek ve sorgulanmamak için yine kaçıyor. İki kardeş hafiye gibi annelerinin peşine düşüyorlar. Annelerinin muhtemelen babalarını birlikte öldüren ablasında olabileceği ihtimalini değerlendiriyorlar. İzmir'in bir ilçesinde bilmedikleri ve hiç gitmedikleri ablanın evini buluyorlar. Abla onları eve buyur etmek bir yana, ilk saniye içinde geldikleri için tersliyor.

Onlar ise sadece " annem nerede?" sorusunu ısrarla soruyorlar. Ablası bilmiyorum cevabı verse de ısrarları karşısında tamam görüştüreceğim diyor. Ertesi gün için söz veriyor. Ancak bir SMS ile mazeret beyan ediyor. Bu sırada hafiye gibi iz süren iki kardeş ablanın İzmir'in bir başka semtinde dayalı döşeli bir evinin daha olduğunu öğreniyorlar. İkinci gün ısrarlar sürüyor ve abla randevuyu veriyor. Yamanlar Polis Karakolunun önü iki kardeş için unutulmayacak bir sahne oluyor.

Anne bağırıp çağırıyor, onları dinlemiyor bile, karakolun önünde  analı kızlı, sanki diğer kızlar tarafından anneye hakaret var kurgusu içinde davranıyorlar. Yine analarıyla geçmişin hesabını göremiyorlar fakat hesabın daha büyük olduğu ellerine gelen mahkeme kararıyla ortaya çıkıyor. Anne her iki kızı için mahkemeden uzaklaştırma kararı çıkarıyor ve kendine kaçtığı yetmezmiş gibi bu kez  de hukuksal koruma kalkanı oluşturuyor.


Kardeşler 40 yıl önce kendilerinin içinde olduğu ama karanlıkta kalan şeyleri öğrenmek gayreti içinde, ısrarla devam ediyorlar. Mahkeme kayıtlarını ele geçirip incelediklerinde kendileri için tarihi şeylerin olduğunu da yeni fark ediyorlar.
Bunların en başında baba katili olan ablanın "ben o işten beraat ettim" dediği ve yıllarca süren bu en bariz yalanını yakalıyorlar. 
Af çıkana kadar 4 yıl cezaevinde yattığı gerçeği edindikleri mahkeme kayıtları ile gözlerinin önüne  geliyor. 
Annenin idamla yargılandığı, temyizden sonra 20 yıl hüküm giydiği af çıktığında da 8 yıl cezaevinde kaldıktan sonra çıktığını öğreniyorlar. 


Kendileriyle bağlantı kuruldukça kulaklarına gerçekdışı kurgulanmış senaryolar üflenen, gelişimlerini bu yalan bilgilerle sürdüren, yalanlar yüzünden acıdıkları abla ve annenin gerçek niyetlerini, kötü bildikleri babalarının bu son süreçte iyi bir insan olduğunu öğrenmeleri onlar için ömürleri boyunca unutamayacakları acı bir hatıra oluveriyor.
Davanın bitiş günü ise yine sanki ibretlik bir vesika. 
Babasının öldürüldüğü 25 Eylül tarihi aradan geçen 5 yıl sonra kesin mahkeme hükmü olarak bu tarihle zapta geçiyor.


FAKİR BİLDİKLERİ BABALARININ TAŞINMAZLARI OLDUĞU ORTAYA ÇIKIYOR
"Babanız fakirdi, içkicinin tekiydi, size bakmazdı, biz evde halı dokur evi geçindirirdik, babanız arkadaşlarını toplar evde içkili alemler yapardı, kendi kızlarını taciz ederdi" gibi  bir sürü yalandan sonra bir eşek ile yevmiye ile çalışıp, tarlada, bağda su çıkarma burgusuyla iş yapan, kazandığını ailesiyle paylaşan ama mevsimsel yokluk çeken, geçici süre idareli giden, kıt kanat yaşayıp şükretmeyi bilen, azcık aşım, kaygısız başım tarifinde  bir babaları olduğunu öğreniyorlar. 
Bu fakir babanın tarla, bahçe ve ev sahibi olduğu da yine ortaya çıkıyor.


Ancak yıllar önce çıkan veraset ilamındaki yine o sürecin devlet vicdanı ve o işi yapanların ihmali ve vurdumduymazlığı içinde yasal olarak katili oldukları kişinin varisi olamayan anne ve abla nasıl yazıldılar ve girdilerse bu veraset ilamına da gayri yasal olarak girip, malları da diğer çocuklardan bir şekilde kılıfına uydurarak, gizli ellerin verdiği destek ile kaçırıp, dolaylı yollardan araya da üçüncü kişileri sokup, resmiyete uydurup ele geçirdikleri gerçeğiyle de tanışıyorlar.


Bayan H. Demirci'de yanlışlığı düzeltmek için hukuksal yöntemle bir yerlerden başlamayı hedefliyor. Ancak "zaman aşımı" engeli hukuksal hiç bir girişime elvermiyor veya yıllar sürecek sonuca etkisi olmayacak başka ihtimaller karşısına çıkıveriyor.
Kamu vicdanında yargılanması gerekenler yine anne ve abla ve devlet vicdanı olarak karşımıza çıkıyor. 


Çünkü o dönem veraset ilamı çıkarken aile kaydına göre anne ve evin iki numaralı kızının baba katili olarak bu listeye girmesini sağlayan kimlerdi? Sorusu şimdi iki kardeşin beyinlerini kemiren bir başka kurt olarak zihinlerini adeta oyuyor ve karanlık delikler açmaya devam ediyor.


Vicdanla, abla ve annelik kavramıyla bağdaşmayan bu süreci Bayan H. şöyle yorumluyor. "Nasıl bir abla, nasıl bir anne ki, bir başkalarının bile tanıdığı haktan entrikayla uzak tutuluyoruz, kendi kardeşlerini ve çocuklarını yok sayıp haklarına girebiliyorlar, komşularımızla ve ailemi tanıyanlarla konuştuğumda öğrendiğim, ablam daha 13 yaşındayken bile dönemin kızlarından farklı biriymiş, acımasız ve sert mizaçlı biriymiş. Herkes sorduğumda şunu söyledi " İBLİS BAKIŞLI KIZ"


Bayan H. ile bu süreçte bir  maceranın içine girdik. Onunla empati yaparak, karanlıkları deşeledim. O tırnaklarıyla ben de, o uykusuz gecelerce , ben de, sonuç olarak bu hayat hikayesini medya yoluyla tüm ülkeye ve insanlığa not düşmek istiyoruz.


Hayatının kırılma noktası olan 14 Ocak 2021 tarihinden beri geceleri uyuyamayan, 40 yıl boyunca bildiklerinin tam tersi bir yaşamın içinde olduğunu öğrenen, beraberinde travmalar yaşayan, hep ağlamaklı, sinirli, bazen donup kalan, psikolojik olarak yıpranmış bir insan var karşımızda.


Onun ilkokul yıllarında arkadaşlarının bile 40 yıl sonra unutamadığı ve hemen ifade ettikleri o özel yanı, donanımı, aradan geçen 40 yılın değiştirmediği devrimci ruhu şimdi bile yine yüreğinin içinde.

 
Ancak şimdilerde sürecin tufan gibi esen rüzgarı yüzünden, demini tutan çay gibi sessizliğini koruyor bekliyor.
Bayan H. yine o tarihi binada başlayan acı dolu yıllarının ve o yılların içinde yine aynı bina içinde veraset ilamıyla, gasp edilen, baba mirasından mahrum bırakıldığı yerde, bugün tabelası değişen Adliye Sarayı yazan o binanın merdivenlerini arşınlayarak kaderin ve destekçilerinin kararttığı hayatı için isyan ateşini bir meşale gibi yüreğiyle taşıyor.
40 yılın hesabını sormak için. 


Çalınan geçmişini soruyor, yalanlarla dolu karanlık ve esaret dolu o çocukluğunun geri gelmeyeceğini bile bile, bir diriliş bekliyor, bu hesabın görülmesi, bu hesabın sorulması için, vebale girenlerin bu vicdansızlıklarıyla yüzleşmesini sağlayacak, bir vicdan hareketi,  insanın olduğu her yerde olacağına inandığı o mucizeyi bekliyor.


Mal mülk derdinde değil Bayan H. parayla hiç işi olmamış, kazanmış, yaşamsal gereğini yerine getirmiş zaten. 
Ancak hani bir ideolojiye dönüşen insanın ruhunu saran şey vardır ya, "davası için mücadele" tanımına uyan işte o vicdan hareketi onunki de..
Babasından ne kalırsa payına Türk Silahlı Kuvvetlerine bağışlayacak. Bunu niçin istediğini de umarım kendisi isterse birgün açıklar.

GERÇEKLERİN BİR GÜN MUTLAKA ORTAYA ÇIKMAK GİBİ BİR HUYU VARDIR


Yazı dizimizin ilk yazısının, ilk satırlarında Bayan H. yi betimlemeye çalıştığım cümlelerdeki, o buğulu bakışlarının ardında hissettiğim ve yanılmadığımı anladığım, başka bir yaşamın kesitlerini, 40 yıllık karanlığı deştiğim ve elde ettiklerimle sunduğum bu yazı dizimizi sizlerle paylaştım.

Benim bir gazeteciden öte bir insan, iyisi olmak için çaba gösterdiğim bir adam olarak asıl amacım gönül tellerini titretmek, bu talihsizce başlayan hayatın içinde kaybolmadan bugüne gelip geçmişini arayan kadın için vicdanları kanatmak, bu işi tertipleyen, ihmal eden, işini gereği gibi yapmayan var ise üstlerine yapışık kalan vebali onlara hatırlatmaktı.

Onunla yoğun günleri, saatleri, sevinçleri, üzüntüleri, kederi ve başarılarımızı, gerginlikleri birlikte soluduk kısa zaman içinde.
Ondan öğrendiğim şey, bilmeden yaşattığı stratejik davranışlarıydı. 
Hamleler üstüne hamle yaptığında bile öncelik sırasını karıştırmaması ve odaklandığı konuda, başka fikirlere ve yöntemlere kendisini kapattığı oldu.


Benim mesleki becerilerimle, onun bu stratejik yönü bazen çatıştı, birbirimize büyük harflerle konuştuğumuz zamanlar oldu. Fakat ben onun inatçı, kararlı, acılarla ayakta kalmayı başaran, bu işi sonuna kadar bırakmayacak bir insan olduğunu öğrensem de, onun da benimle ilgili  anladığı ve öğrendiği öyle umuyorum ki, bu adam da inatçı, başladığı işi yarım bırakmaz, şartlar ne olursa olsun, odaklandığı hedefe kadar önüne ne çıkarsa ezer geçer ve gider kısaca bu gazeteci bu işin sonuna kadar gider. Olmuştur.


Demirci'de yaşanmış, döneminde herkesin bildiği duyduğu bu yazı dizisi ile gün ışığına çıkardığım insanların bu hazin hayat hikayesini,  bu yazı dizisinin ilham kaynağı olan Bayan H. başta olmak üzere, vicdanlı, cesur, direnen, güçlü, kadınlara ithaf ediyorum.
Şimdi sıra kamu vicdanında , bir tık daha öteye gidiyorum, şimdi sıra devlet vicdanında.. 
Kimbilir 80 yılının sonbaharında askeri idarenin el koyduğu devletin,  ihtilalle gelen o kaos sürecinde , devletin kurumlarındaki böyle benzer ihmallerle, hayatı karartılan, yaşamın tüm alanlarında, hayatı cehenneme dönen belki daha çok Aliler, Ayşeler, Fatmalar, Hülyalar var.. 


Haksız mıyım? Çayı demledik ve yeniden başlıyoruz.. Gerçeklerin bir gün ortaya çıkma huyu varmış ya...Karanlıkta gezen kan emici yarasalara, gecenin karanlığında gözü dönmüş gibi bakan baykuşlara rağmen, karanlıkları gerçeğin ışığıyla aydınlatmak istiyoruz. İnsanlık için, bu dünya da hesabı ortaya dökmek, kirli çamaşırları güneşle tanıştırmak istiyoruz. İlahi adaleti beklemeye ise hiç sabrımız  yok... Dedim ya en baştan başlıyoruz...
12 Nisan 2021
Mustafa Temiz

YAZI DİZİMİZİN YAYINLANMIŞ BÖLÜMLERİNİ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

1-40 yıl sonra babaya ilk Fatiha. Demirci’de geçmişi çalınan bir kadının trajedisi

2-Demircili Geçmişini Arayan Kadın Haykırıyor "Beni niye kardeşlerimden ayırdılar?"

YORUM EKLE